"Sakıncalı" kitapları okumaya devam ediyorum. Bu çalışma da, techiri yahut Soykırım'ı yaşamış Ermenilerin tanıklıklarını aktaran ve araştırmacı Svazlian'ın 1955'ten bu yana gerçekleştirdiği röportajlardan yapılmış bir derleme niteliğinde. Svazlian'ın biyografisinde, o tarihte bu çalışmalara kendi inisiyatifiyle başladığı belirtilse de 1980'lerden beri Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Bilimler Akademisi'ne bağlı Ermeni Soykırımı Müze-Enstitüsü'nde çalıştığı da belirtiliyor. Bu bağlamda, ortaya koyduğu çalışmanın biraz bizim devlet güdümünde
yazılan "Soykırım yoktuır" eserleri statüsünde olduğu söylenebilir. Tabii belki belirtmek bile gereksiz, onun bu tanıklıklar aracılığıyla altını doldurmaya çalıştığı tez bunun tam aksi istikamete bakıyor.
yazılan "Soykırım yoktuır" eserleri statüsünde olduğu söylenebilir. Tabii belki belirtmek bile gereksiz, onun bu tanıklıklar aracılığıyla altını doldurmaya çalıştığı tez bunun tam aksi istikamete bakıyor.
Kitabın resmi bir devlet kurumu bünyesinde, kısmen o kurumun sağladığı olanaklarla yürütülmüş bir araştırmaya dayalı olması, içerikte yer yer kendini belli ediyor; elimizde "resmi Ermeni tarihi" diyebileceğimiz bir çalışma var. Günümüzün Türkiye'sinin içinde kalan bazı kentlerin hiç tartışma götürmeyecek şekilde sürekli "Batı Ermenistan" olarak anılması, bana bu politik çizginin yansıması olarak göründü. Aynı şekilde, Türk tarih anlatısında isyan ve hıyanet ettikleri belirtilen Ermeni çeteleri ve komitacıları hakkında da sürekli bir kahramanlar, yiğitler, hoy da hooy ne delikanlılar vs. edebiyatı sürüp gidiyor. "Son Ermeni Krallığı'nın (11-14. yüzyıl) sadık mirasçıları ve geçmişte verilen ulusal kurtuluş mücadelelerinden kalma şanlı geleneklerine sahip olan Kilikyalılar..." (sf. 60) gibi ifadelerden bahsediyorum. Bu tarz ifadeler çoğunlukla Svazlian'ın ve söylemlerinin yorum ve açımlama gerekçesiyle araya girdiği yerlere denk geldi. Bunlar, Türk milliyetçiliğinin anlatılarında olduğu gibi benim gözümü ısırdı ve bu söylemebulanmışlıktan pek hazzetmedim. Muhtemelen standart Türkiyeli'lerin büyük çoğunluğu da bu içeriğe karşı alerjik bir tepki koyacaktır; fakat biraz aşağıda da bahsedeceğim üzere, bizim kişisel ya da toplumsal ağız tadımıza uymamaktan bağımsız ve ondan daha ciddi bir sorun olarak, bu söz söyleme tarzı, Türkiye ile Ermenistan'ın diyaloga girmesine hiç ama hiç hizmet etmez nitelikte.
Kitapta olaylara tanıklık eden Ermenilerin aktarımları birkaç hatalı yer dışında hep italik yazılmış. Bunun sayesinde o insanın söyledikleriyle Svazlian'ın ona söylettikleri görsel açıdan da biraz ayrıştırılmış oluyor [1]. Kuşkusuz tanıklıkları da hile oyun, yalan, çarpıtma olarak görecek kadar gözlerini-kulaklarını Ermenilere kapamış olanlar çıkacaktır fakat bu "söylem" kısmı geride bırakılırsa, insanların anlattıklarıyla empati kurmamak mümkün değil. Muş Ermenilerinin toplandığı kilisenin içindekilerle birlikte ateşe verildiği, yangından sonra Müslüman kadınların yıkıntıların içine girip ellerinde eleklerle yerdeki birkaç santim kalınlığındaki yanmış insan yağı tabakasının içinde "helal olan gavur altını" aradıkları sahne gibi en "gore" sahnelerde bile... Anlatılanlardan şüphe etmek yine de bence çok ölümcül bir şey olmazdı [2]; ama bugün başka siyasi konularda sürekli "aslında öyle olmasa bile insanların onu öyle algılaması önemli bir şeydir" filan diyorsak, öyle şeyler yaşamış veya yaşadığı şeyleri belleğine öyle kazımış o kadar insanın tanıklığına sırt dönmek bence vicdansızlık olur.
Taner Akçam'ın geçen bahsettiğim kitabının başında önemli bir tespiti var. Ermeni Soykırımı'nın bugün çözülemez bir devletlerarası ve halklararassı sorun olmasında, yaşananların iki ulus-devletin resmi tarihlerine hapsolmuş olması önemli rol oynuyor. Ne kadar karmaşık bir süreç olursa olsun, bugün ikiye ayrılmış bulunan aktörlerin hepsi tarafından ortaklaşa tecrübe edilmiş bir süreçten bahsediyoruz. Aynı sürecin tarafları olarak kaçan, kovalayan, süren, sürülen, isyan eden, saldıran, öldüren topluluklar, olaylardan 100 sene sonra, kesinlikle birbiriyle konuşmayan, bunun yerine başkalarına "kötü olan her şeyi öbürü yaptı ve iyi olan her şeyi de ben yaptım" diye laf anlatan iki kampa ayrılmış durumda. Bunun nedeni de ulus devlet bağlamı ve onun yakıtı olarak milliyetçilikler. Burada "yea abi Yunanlılarla aslında hiç sorunumuz olmayacak ama politikacılar ortalığı fiştekliyo" geyiğinden farklı bir şey söylemeye çalışıyorum. Burada gerçekten diyalog yoluyla halledilmesi gereken ve başka yollarla halledilemeyip derinleştiği her geçen gün bir kez daha tasdiklenen gerçek bir sorundan ve bir araya gelip birbirimizle konuşmamızın önünde engel olarak duran koca dinozorlardan bahsediyorum. Hovsep'le Mehmed yan yana gelse, belki bir süre kesip biçmelerden bahsedecekler ama er ya da geç bir şekilde anlaşacaklar; çünkü başka türlü bu ikisinin birbirine olan nefretine bir çözüm yok. Hem birbirleriyle, hem de kendi kendileriyle olan sorunları böyle halledilecek. Hrant'ın tam olarak bu konuyla ilgili olmasa da hayatına mâl olan benzetmesiyle, zehirli kanlarını veyahut da, kanlarında her birinin başına gelenleri hatırlayışında diğerinin eksikliğinden kaynaklanan zehiri akıtacaklar. Bunun yerine, Kevork gidip James'e "binyıllardır gelen tarihinin mirasçısı olarak özgürlüğe karşı derin bir muhabbeti olan" Hovsep'in "destansı direnişinden" ve Mehmed'in zulmünden; Mustafa da Phillip'e (ya da kendi kendine) "devletinin gölgesinde dinine diyanetine bir zeval gelmesin ama medeniyetten de nasibini alsın diye çabalayan, temiz kalpli" Mehmed'in "yüce gönüllülüğünden" ve komitacı hain Hovsep'in mezaliminden bahsediyor. Svazlian'ın Ermeni milliyetçisi söylemlerinden duyduğum rahatsızlık, konunun bu yönüyle ilgiliydi. Çünkü kendisinin araya girdiği kısımlardan buram buram "seninle konuşmuyorken her şeyi kendi kendime belirli bir şekilde anlattım" kokusu tütüyor. Bunun bende olmayan, yalnızca onda bulunan bir arıza olduğunu iddia etmiyorum ama bu kitapta karşı yakanın söylemlerinin arasında gerçekte insanların yaşadıklarını ararken işin o tarafı dikkatimi çekti. Belki bir tane de alaturka "Ermeni mezalimi" kitabı okumalıyım. (Türklerin yaşadıklarına dair bir sözlü tarih çalışması var mı yok mu bilmiyorum. "Mukatele" tezi çerçevesinde işin karşılıklılığını savunan bir şeyler yapılmıştır diye tahmin ediyorum. Böyle bir çalışma olmaksızın mukatele de mukatele diye tutturuluyorsa hakikaten vah Türkiye devletinin resmi tez oluşturup savunma yöntemlerinin haline!)
---
[1] Bu noktayı elbette ki fazla abartmıyorum; neticede okuyucuya kadar ulaşan bütün alıntıların zaten bir süzgeçten geçirilmiş durumda olduğunun farkındayım.
[2] Nitekim benim de şüphelere düştüğüm yerler oldu epeyce. Örneğin Akçam'ın Ermeni Meselesi Hallolunmuştur'undan varolmadıklarını, imha edildiklerini bildiğimiz İttihat ve Terakki ve Teşkilat-ı Mahsusa gizli-yazışmalarına her nasılsa Andonyan 1921, Mesrop 1955 ve Nersisyan 1991 gibi kaynaklarda Svazlian rastlamış. Bu sonuncusundan, Talât Paşa'nın "özel bir emirle" şunları söylediğini öğreniyoruz: "Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşama ve çalışma hakkı tamamen iptal edilmiştir. Buna göre, Hükûmet beşikteki bebeklere bile acınmamasını emrediyor..." (sf. 37).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder