02 Şubat 2010

Reemtsma diyor ki:

(Okunduğunda vay dedirten, düşünceyi tetikleyen, zihni işleten, o malum eşiği aştığını düşündüğüm alıntılardan böyle bir seri yapmaya çalışacağım. Malum, serisi olmayan blog olmaz. İlk parça da bu olsun.)
"Kurumsal görevlerini, izinli ile izinsiz arasındaki sınırı belirsizleştirmeksizin sürdüremeyen kurumlar da vardır, bunlar, bütün şiddet kurumlarına ait sorunun neredeyse bir paradoksa
dönüştüğü kurumlardır. Terör uygulamak için var olan kurumlardan söz ediyorum. Terör, uygarlığın bir parçasıdır, "doğal durum" şiddet içeren bir kaostur, terör değil. Ancak terör, "doğal durum"un bir momentini ödünç alır. Etkili terör, terörize edilenler için en üst düzeyde güvensizlik demektir. Yani terörize edilenler, terörün stratejisini anlayamayacak derecede sersemletilmelidir, yoksa karşı strateji geliştirebilecek güce sahip olabilirler. En üst düzeydeki bu güvensizlik, [...] [s]tratejik plana "öyle de olabilirlik" eklenirse [gerçekleştirilebilir;] ki bu [da] en iyi şekilde, terör uygulayıcılarının dizginlerinin biraz gevşetilmesiyle sağlanabilir. Dizginleri gevşetmek, yani ne yapacakları, nasıl yapacakları ve kime yapacakları konusunda onları serbest bırakmak... Terörist bir rejim, tabii ki bütün toplumsal gruplara karşı eşit derecede terörist değildir; ama terörün yöneldiği gruplar arasındaki sınırların bir miktar olsun belirsiz bırakılması tercih edilmektedir. Sonuçta hiç kimse, en kötü durumda kendisini neyin beklediğinden emin olmamalıdır.
Arjantin askeri diktatörlüğünün pratiği bize öğretici örnekler sunmaktadır. Terörün (ortadan kaybetme, işkence, öldürme) gerçek hedefi sol muhalefettir. Ancak askeri darbeden önce sol muhalefete dahil olmayan, ama serbest bıraktığınız an askeri teröre karşı muhalefet edebilecekleri de hedef alır. Bu, orduyla doğrudan ilişkisi olmayan kişiler, yani neredeyse herkes olabilir. Örneğin, bir arama-tarama harekâtının hedefi, siyasi kimliği bulunmayan bir grup da olabilir: Buenos Airesli lise öğrencileri ya da bütün avukatlar. Amaç gerçek karşıtları vurmak değil, bir işkencecinin ifadesiyle, "iktidarın bizde olduğunu" göstermektir. Kaçırılanlar rastgele tespit edilir, "seçilmez". Tespit, askeri polisin inisiyatifine de bırakılabilir, ancak anti-kurumsal keyfi eylemlerin inisiyatifi ele geçirmesine izin verilmez. Telefon rehberi alınır, kalemle herhangi bir adın üzerine işaret konulur ya da bir kural belirlenir: örneğin her onuncu kişi gibi. Bu, terörün etkisini güvence altına alan rastlantısallık momentinin, bireysel keyfiyet yoluyla gerçekleştirilmemesinin [...] bir örneğidir.
Ama genelde bundan kaçınılamaz, normal yol budur. "Genelde" bu kurumlarda iki karşıt eğilim, izinli ve izinsiz olan arasındaki sınırı yeniden keskinleştirme denemeleri vardır ve bazen de iki eğilim ölümcül bir birlikte var olmayı sürdürürler. Kurumsal görüntünün korunma çabası ile neredeyse her şeyi yapabilme izninin, Alman toplama ve imha kamplarında olduğu kadar grotesk bir biçimde bir arada olduğu bir tarihsel örnek daha bulmak güçtür. [...] Toplama kamplarında dayak cezasının kamp komutanının, hatta kadın tutuklulara verilecek dayak cezasının doğrudan doğruya Himmler'in iznine tabi olduğu doğrudur. Ama hiyerarşide en alt basamakta olanın, hatta tutukluların kendi aralarından seçilen sorumluların bile istediği zaman istediğini öldürebildiği de doğrudur."
* Jan Philipp Reemtsma, Vahşeti Kavramak: İnsan Zulmünü Açıklama Denemeleri, Çev: E. Ateşman, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 41-42.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails