16 Nisan 2010

Politikada 45 Yıl - Yakup Kadri Karaosmanoğlu


Politikada 45 Yıl - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri gerçi erken dönem Cumhuriyet tarihinde hiç sözü edilmeyen bir yazar değil. Fakat genelde söz kendisine ancak iki vesileyle geliyor: birincisi, "Anadolu Mezalimini Tahkik Komisyonu" ile birlikte çalışırken yaptığı gözlemlerle yazdığı Yaban (1932) romanı; ikincisi de önde gelen simalarından olduğu Kadro dergisi (1932-34). Birkaç yazıdır gündemde olan 'değerlendirmelerin klişeleşmesi' konusu elbette bu iki Yakup Kadri bahsi için de geçerli. Erken cumhuriyet döneminin ana unsurlarından olan modernleşmeci elit-halk ikileminden bahsederken mutlaka ve yalnızca Yaban'dan, devrimlerin yeterince kökleşmediğinin düşünüldüğü bunalımlı bir dönemin kimlik arayışlarından bahsederken de mutlaka ve yalnızca -Ülkü dergisiyle birlikte- Kadro'dan bahseder siyaset bilimcilerimiz. Oysa Yakup Kadri'nin düşünce ve siyaset alanlarındaki etkinliği çok daha uzun bir süreyi ve çok daha derin bir angajmanı kapsıyor. Ayrıca kendisi bu sürecin hemen hemen her evresine dair bir şeyler yazıp çizmiş, değerlendirmelerde bulunmuş ve ayrıntılar açıklamış. Böyle zengin bir kaynaktan herkesin yalnızca iki bardak su içebilmesi yine üzücü bir durum.

Bu zengin kaynaktan olmak üzere bu kitapta da, Yakup Kadri'nin 1920'lerin başından 1960'ların başına kadar süren formal siyaset ve gazetecilik kariyerini konu ediliyor. Yakup Kadri kitabın çerçevesini formal politika ile sınırlamak gibi bir stratejiye başvurarak o tarihten önce olup bitenler hakkında konuşmamayı tercih etmiş; 1922 bölümünde işgal altındaki İstanbul'daki genel durum hakkında zengin gözlemleri bulunsa da bence bu bir eksiklik. Formal politikanın içinde bulunmasa da dönemin nabzını iyi tuttuğu ve ayrıntılarına vakıf olduğu her halinden belli; ama pek konuşmamayı tercih etmiş. (Belki Sodom ve Gomore kitabında daha ayrıntılı değiniyordur, onu bilemeyeceğim.) 

Kitabın başrolünde aslında Yakup Kadri'nin kendisi değil, İsmet İnönü var. Yazar anılarını aktardığı süre boyunca sürekli siyaset sahnesinin orta yerine gelip kurulan İSMET PAŞA MESELESİ'ni tahlil ediyor. 1923'te, 1930'ların başında, 1938'de, 1951-52'de ve son olarak 27 Mayıs 1960'tan hemen sonra hep mesele İsmet Paşa'nın ne olacağı, nasıl davranacağı, ne diyeceği. Kitabın hiçbir yerinde açıktan açığa tanımlanmamış olmakla birlikte, hem bu kırılma noktalarına, hem de genel olarak Yakup Kadri'nin söz konusu 45 yıla bakışını temelden belirleyen bir ayrım var: küçük politika/büyük politika. Yakup Kadri büyük devrim davasını büyük bir politika misyonu olarak, bu davanın -bazen Atatürk de dahil olmak üzere- başta gelenlerinin birbirleriyle olan iktidar kavgasının epizotlarını ise küçük politika oyunları olarak görüyor. Belki söylemek bile gereksiz ama "küçük politika" olarak nitelediği şeyleri küçümsüyor, hayal kırıcı buluyor. Gençlik yıllarının büyük kahramanlarının bir bir küçük politika yollarına saptığı anekdotları hayıflanır bir tonla yâdediyor. Bu "küçük politika" konuları içinde günümüzde akçalı işler diye nitelediğimiz kısmı (milletvekilliği, bakanlık yapmış önemli siyasi simaların kurulan şirketlerde yönetim kurullarına gelmeleri ve siyasi nüfuzlarını kullanarak ekonomik çıkar birikimi sağlamaları, arsa kapatmalar vesaire) bir kenara bırakalım. Geri kalan kısım, erken cumhuriyet dönemine dair bize hazine değerinde bazı "insight"lar sunuyor. Bu kitabın kıymet-i harbiyesi de burada.

Yakup Kadri'nin "küçük siyaset" diye niteleyip 'kadro'sunun bireylerine yakıştıramadığı şeyler, genel olarak siyasetin ve özel olarak da Türkiye tarihinin esas gerçeği. Bu gerçeğin içinde çok büyük, çok derinlikli, çok verimli düşüncelere, sonuna kadar peşinde koşulan ideallere ve bunların faili mitolojik kahramanlara pek yer yok. Bu gerçek bunların yerine, güç mücadelelerini, çetin çekişmeleri, yalanları/dolanları/kandırmaları, hatta ayak oyunlarını kapsıyor. Siyaset hep 'küçük politika', burada ve her yerde. Üzerindeki büyük politika kılıfı, söylemden ibaret ve küçük politikayı gizleme amacıyla olaya giydiriliyor. Örneğin Serbest Fırka'nın kurulmasıyla sonuçlanan süreçte, Namık Kemal'den ilhamla benimsenmiş "fikir tartışmalarından hakikatın şimşeğinin ışığı parlar" gibi aşkın bir prensibe bağlılıktan ziyade, Takrir-i Sükûn ortamında otoritesini sağlamlaşıp politikasını şahsileştiren İsmet Paşa'nın frenlenmesi gibi bir maksat söz konusu. Benzeri şekilde, bugün Nutuk ilhamlı resmi mitolojide gericilikle, ihanetle suçlanan cumhuriyet karşıtı İstanbul gazetecilerinin bu karşıtlıktaki derdi ilmî bir karşılaştırmalı siyaset tartışmasına girmek değil, cumhuriyet ilan edilince iktidar alanını genişletecek olan belirli bir kadroya karşı çıkmak. Döneme dair çoğu konu "iki-yüzlü".

Fakat Yakup Kadri bunları ve benzeri ayrıntıları anlatırken sürekli yukarıda bahsettiğim büyük-küçük politika ikilisini aklının bir yanında tuttuğu için, sonuçta kitaba bir pesimizm hakim olmuş. İşte Yakup Kadri'nin büyük politika ideallerinden kaynaklı hayal kırıklıklarını ayıkladığımız zaman, geriye dönemin gerçekçi bir tasviri kalıyor ki, bu gerçekçi tasvir, 1908'den beri buralarda aslında nelerin olup bittiğine dair giderek artan toplumsal bilgi talebinin bir kısmına olsun yanıt verebilecektir. Kitabın arkasındaki kısa tanıtım paragrafında Atilla Özkırımlı'nın dediği gibi, "Bu değerlendirme, Yakup Kadri'nin olaylara bakışıyla biçimlenmiş olsa bile, onun sormadığı başka sorulara yol açmakta, hattâ bu soruların yanıtlarının ipuçlarını da vermektedir."

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails