(Taşınma işleri dolayısıyla birkaç haftadır bir şeyler yazacak fırsat bulamamıştım. Şimdi yavaş yavaş yeniden başlıyorum.)
Konu, kâh PKK'ya destek verdikleri gerekçesiyle/zannıyla, kâh da "kendi güvenlikleri için" devlet tarafından köylerinden çıkarılan Kürtler. Sayıları devletin parçalı bulutlu raporlarına [1] göre 350 bin, Paris'teki Kürt
Enstitüsü'nün iddiasına göre üç milyon civarında. Rakamların bu konuda hiçbir önemi yok ve daha az sayıda insanın göç ettirilmesi daha az hak ihlali anlamına gelmiyor kuşkusuz; ama sonuçta milyonlarla ifade edilen bir popülasyonun yaşadığı bir sorundan bahsediyoruz. Human Rights Watch tarafından yayınlanan bir raporda, bu sorunlu sorun çözme yöntemine dair şöyle bir tanıklık aktarılıyor: "Boşaltmalar hukuksuz ve şiddetliydi. Güvenlik güçleri helikopterler, zırhlı araçlar, askerler ve korucularla köyleri kuşatır; istiflenmiş mahsulü, tarım alet edevatını, meyve bahçelerini, ağaçları ve sürüleri ateşe verirdi. Evleri de, çoğunlukla sakinlerine içerideki eşyaları alma fırsatı da tanımadan yakarlardı. Güvenlik güçleri bu işlemler esnasında çoğunlukla köylüleri istismar eder, aşağılar, paralarını ve mallarını çalar ve yollara sürmeden önce onlara işkence ve kötü muamelede bulunurlardı. Operasyonlarda ayrıca 'kayıplar' ve yargısız infazlar da görülürdü" (sf. 4).
Enstitüsü'nün iddiasına göre üç milyon civarında. Rakamların bu konuda hiçbir önemi yok ve daha az sayıda insanın göç ettirilmesi daha az hak ihlali anlamına gelmiyor kuşkusuz; ama sonuçta milyonlarla ifade edilen bir popülasyonun yaşadığı bir sorundan bahsediyoruz. Human Rights Watch tarafından yayınlanan bir raporda, bu sorunlu sorun çözme yöntemine dair şöyle bir tanıklık aktarılıyor: "Boşaltmalar hukuksuz ve şiddetliydi. Güvenlik güçleri helikopterler, zırhlı araçlar, askerler ve korucularla köyleri kuşatır; istiflenmiş mahsulü, tarım alet edevatını, meyve bahçelerini, ağaçları ve sürüleri ateşe verirdi. Evleri de, çoğunlukla sakinlerine içerideki eşyaları alma fırsatı da tanımadan yakarlardı. Güvenlik güçleri bu işlemler esnasında çoğunlukla köylüleri istismar eder, aşağılar, paralarını ve mallarını çalar ve yollara sürmeden önce onlara işkence ve kötü muamelede bulunurlardı. Operasyonlarda ayrıca 'kayıplar' ve yargısız infazlar da görülürdü" (sf. 4).
2005 yılında, bu şekilde köyleri boşaltılan insanların 1500 kadarının açtığı hak arama davalarının AİHM katına kadar ulaştığını öğreniyoruz. Mahkeme, daha önceden, "Doğan vd. ve Türkiye" davasında, Tunceli'nin Hozat ilçesinin Boydaş köyünün 1994 yılında boşaltılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin mülkiyet hakkını, aile ve hane hayatına saygı hakkını ve etkili tazminat hakkını düzenleyen maddelerinin ihlali anlamına geldiğini tespit etmiş. Devletin aldığı önlemleri hak ihlali kılan yön, köylerinden sürgün edilenlerin tamamıyla kaderlerine terk edilmiş olması. Mahkeme, “Tamam, hadi tehlike var diyorsun buraları kapatıyorsun; fakat nerede alternatifin? Nerede yaşayacaklar, ne iş yapacaklar, sen bunlara ne yardımda bulundun?” diye sormuş. Fakat davacıların toplam 500 küsür bin Euro'luk tazminat taleplerini reddederek hepsine toplu ödenecek şekilde yaklaşık 20 bin Euro tazminata hükmetmiş. Devlet için çerez parası.
Doğan vd. davasının kararının açıklanmasından (29 Haziran 2004) çok kısa bir süre sonra, öteden beri AİHM katında, AB raporlarında, ABD Mülteciler Komitesi raporlarında filan devleti mahcup eden bu yerinden edilmiş insanlar meselesini halletmek adına, 5233 sayılı, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, yasalaştı (17.07.2004). Bu kanun, OHAL'in ilan edildiği tarih olan 1987'den kanunun çıktığı tarihe kadar, vatandaşların "terör ve terörle mücadeleden" doğan zararlarını tazmin etmek amacıyla illerin valilikleri bünyesinde tazminat komisyonları kurulmasını öngörüyordu. Bu kanunun çıkışından kısa bir süre sonra hükûmet, AİHM'in önündeki bir diğer önemli dava olan “İçyer ve Türkiye” davasında, kendini savunmak için, mahkemeden davacıları bu komisyonlara yönlendirmesini istedi. Mahkeme bu komisyonları tüketilmemiş bir iç hukuk yolu telakki ederek 12 Ocak 2006 tarihinde davayı usûl yönünden reddetti. Dönemin gazetelerinde, memnuniyet hakimdi: Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün girişimiyle oluşturulan komisyonların AİHM tarafından bir iç hukuk yolu kabul edilmesiyle, Türkiye'nin 20 milyar Euro civarındaki tazminattan "kurtulduğu" belirtiliyordu. Bir devletin vatandaşlarına uyguladığı zulmün ceza görmeyecek gibi görünmesi karşısında hadi Dışişleri bürokrasisinin rahatlaması biraz anlaşılabilir diyelim ama bir medya organının bu "Yırttık abicim yırttık!" tavrına ne demeli? Bu nasıl bir vurdumduymazlık, hangi dereceden bir ahlaksızlık?
---
Bu gaflet ve dalalet hali bu tuhaflığımızın tuhaflığının esasını oluşturuyor ama iş orada tabii ki bitmiyor. Komisyonlara dair de söylenecek şeyler var. Konuyla ilgili bir sivil toplum kuruluşunun raporundan özetleyeyim: bir kere kanun nedendir bilinmez 1987 öncesini kendi kendine temizlemiş. Halbuki köy boşaltmaları ve ilgili hak ihlalleri OHAL'in ilanıyla birdenbire başlamış değil. Ayrıca, manevi tazminat yok. Yalnızca maddi tazminat verilmesi öngörülmüş. Ne kadar malın davarın gitti, ailenden kim öldü, kim sakat kaldı, kaç para eder, onu söyle de tazmin edeyim hele diyor devlet. Sonra, bu yasaya göre kurulan komisyonların yapısı hayli sorunlu. Vali, idari şemada kendisinin altında ve kendisine bağlı olarak çalışan altı üst düzey memur seçiyor, bunların yanına da bir avukat ekleniyor, al sana komisyon. Bağımsız bir yapı olsun, gölge altında kalmadan serbestçe çalışsın; konunun uzmanlarını, mağdurların temsilcilerini içersin türü kaygılar yok. Tek maksat, zevahir kurtarılsın. Avrupa kapılarında mahcup olmayalım. Her ilde bir tane var bu komisyondan, başka yok. Yüzlerce vaka mı varmış? Girsinler sıraya. Onca yasaya ve titizlenilmiş yönetmeliğe rağmen, bu komisyon öyle sistemli filan da çalışmıyor. Davaların ele alınış sırasında, değerlendirmede, keşiflerde, soruşturmalarda keyfilikler, işi yokuşa sürmeler, gırla. Yukarıda alıntıladığım biçimde köyü boşaltılan köylüden, köyün boşaltıldığına dair Jandarma tutanağı istiyor örneğin. Fiiliyatta "hemşerim ver hele elini, ne kadar istiyon?" diye kimi ne kadar tazminatla bağlayabilirse o kadar vermiş. Yukarıdaki yırttık abicim tavrıyla birleşince de, tam olmuş sana memleket.
(Bu komisyon konusu bana kalırsa daha önceden hem devletin işleyişiyle ilgili, hem de insan hakları meselesiyle ilgili yazdığım birkaç şeyle uyumlu bir çizgide gerçekleşmiş. Onları da ayrıntılandırmaya çalışmak isterdim ama o da başka postlara kalsın artık.)
---
[1] Devletin raporları, konuyla ilgili sistemli bir tarama ve takibat yapılmamış olduğu için parçalı bulutlu. Takibat olmadığını ve keyfi uygulamaların sıkça görüldüğünü biliyoruz ama örneğin İçişleri Bakanlığı, 378 bin 335 gibi net bir rakam veriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder