istemez Erman Toroğlu'nun "masaya yumruğu vurabilen Gen.Kur.Bşk." isteğini hatırladım... Kendisine bağlı olan il ve ilçe düzeyindeki kurulların portalına da şöyle bir baktım; manzaradan resmen insanın içi kararıyor (Vizyonumuz-misyonumuz'un tamamlayıcısı dalgalanan Türk bayrağı animasyonunu burada buldum; Atatürk Köşesi arayışım ise sonuçsuz kaldı.) Sitenin başvuru kısmı filan resmen fecaat. Formlarda, ihlalleri ve ihlalleri gerçekleştiren kuruluşları şıklara indirgemiş, seçeneklere boğmuş olmaları trajikomik. (Herhalde maksat meselelere etkin çözüm değil de, meselelerin kesin tasnifi, net istatistik.) Böyle internet sitelerine sahip örgütlenmelerin insan hakları gibi hassas bir konu bir yana, herhangi bir konuda etkin olması bana pek olası gelmedi maalesef. Gerçi en güzel site tasarımını getirsen ne yazacak, orası da var. Devletin insan hakları ihlalleri karşısında oluşturduğu resmi örgütlenmeler öteden beri etkisiz olageldi; çünkü devlet bu işleri hep yanlış yaptı ve hâlâ da ısrarla yanlış yapmaya devam ediyor.
Halihazırdaki örgütlenme ile sorunlara gerçekten bir çözüm bulunamıyor olmalı ki, hükûmet şu sıralarda yeni bir kurumun peşine düşmüş. Çok kazınca en derinlerde AB'ile uyum konusuna değinen Ulusal Programlar filan çıksa da, bu sefer işin ucunda AB havucu pek yok gibi görünüyor. Daha doğrusu, 2004 yılında ilk defa telaffuz edilen yeni oluşumun bugünlerde yeniden gündeme gelmesi, Kürt açılımı vesilesiyle oldu: açılımın orta vadedeki somut ayaklarından biri olarak düşünülüyor yepisyeni "ulusal insan hakları kurumu"muz. 2009 Mayıs'ında Cemil Çiçek bir basın toplantısında "müjdeyi" vermiş; Eylül'de bazı STK'lerden görüş istenmiş; geçtiğimiz Ocak ayında da Bakanlar Kurulu yasa tasarısını meclise sunmuş. (Ülkemizin inanılmazlıklarına küçük bir numune olarak, kendilerinden görüş istenen STK'lere kanun tasarısının metni sunulmamış; topluluklar, kendilerinden fikir beyan etmeleri istenen metni görebilmek için Ocak'ı beklemek durumunda kalmışlar.)
Bu yeni örgütlenme masaya yumruğunu vurabilen insan hakları denetçisini yaratabilecek şekilde mi olacak? Tabii ki, hayır. Geçtiğimiz günlerde, son zamanların en güzel içerik sağlayıcısı Nefret[me].org, alanda çalışan toplulukların bu konudaki görüşlerinden bir demet yayınladı. Metinden anlıyoruz ki, yine, af buyurun, "pek cacık olmayacak". Demokrasinin yıldızlarının son yıllardaki yasa yapımı icraatından çok iyi bildiğimiz 'emrivakicilik', gönülsüzlük, tek kaygı olarak zevahiri kurtarma çabası ve "kafamın dikine giderim, örgütlenme örgütlenecekse her şeyini ben belirlerim, koynumda beslerim, neme lazım sonra çıbanbaşı olmasın" şeklinde özetleyebileceğimiz sıfır işbirliği-sıfır demokratik katılım türünden ilkeler, yine iş başında.
Bu iş atla deve değil. Evrensel etkin korumayı yüzde yüz garanti edemese de, bu tarz bir kurumun eli yüzü düzgün bir kurum olmasını, iyi kötü bir işlerliğe sahip olmasını sağlayan uluslararası bir standart var. Konuyla ilgili Birleşmiş Milletler'in "Paris İlkeleri" var. Bunlar, ulusal düzeyde faaliyet gösteren insan hakları kurumlarının yetki ve sorumluluklarını; kimlerden oluşacağını, çoğulcu temsili nasıl sağlayacağını ve üyelerinin ne gibi ayrıcalıklara sahip olacağını; çalışma yöntemlerini; ve devletin temel güçleri arasında nasıl özel bir konuma sahip olacağını düzenleyen bir dizi ilke. Şu belgenin ekinde bu ilkeleri görebiliyoruz. BM, bu kurum kesinlikle parlementonun, hükümetin, yargının ötesinde bir konuma sahip olsun diyor; mali ve idari özerkliği anayasal veya yasal düzeyde korunsun diyor; insan hakları ile ilgili yasalar da dahil her türlü kanuni ve idari tasarrufu re'sen inceleyebilsin, bu konularda tavsiyelerde bulunabilsin, isterse konuları yayınlarla tanıtabilsin diyor; devletin uluslararası antlaşmalardan doğan sorumluluklarına dair BM'ye yazmak zorunda olduğu raporlara bağımsız gözlemci olarak katkıda bulunsun diyor; üyelerinin kesinlikle ve kesinlikle bütün toplumsal unsurları (STK'ler, sendikalar, meslek örgütleri, felsefi görüş odakları, üniversiteler, parlemento, bürokrasi) çoğulcu bir biçimde temsil edecek şekilde seçilmesi sağlansın diyor; üyeleri kesin bir süre için seçilsin ve resmen atansın diyor; kurum kendi görevlilerini istihdam edebilsin diyor; habersiz ve izinsiz istediği olayı inceleyebilsin diyor. Diyor da diyor.
Fakat Meclise sunulan yasa böyle bir resmi ortaya koymaktan -tek kelimeyle- aciz. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın kanun tasarısı ile ilgili raporundan özetle aktarayım. (Not: bu görüşler, Hükûmet'in çağrısına yanıt olarak sunulanlar değil, Hükûmetin gizleyip sakladığı tasarının "tasarılaşınca" mecburen açığa çıkmasından sonra vakfın kendiliğinden yayınladığı görüşler.) Kurumun devlet örgütlenmesi dahilindeki özerkliği meselesi, Başbakanlığa "bağlı" değil, onunla "ilişkili" olarak kurgulanmasıyla ve "kimseden emir almaz" türü bir metinle sözde sağlanmış oluyor (Emre yeltenenlere ne yapılacağı söylenmiyor). Üyeler yukarıdaki unsurları temsil edecek şekilde seçilmiyor; Bakanlar Kurulu tarafından, hem de "sonsuz bir keyfilikle", atanıyor. Keyfilikle: çünkü kanun "temsil edilecektir" dese de, üyelik kriterleri arasında konuda uzmanlık gibi bir şey filan aranmıyor. Kurum üyelerine çalışma güvencesi pek sağlanmıyor; çünkü kanun, kurulun görevleri ile ilgili olarak mahkumiyet alan üyenin üyeliğinin düşeceğini belirtiyor. Etkin bir dokunulmazlık sağlanmıyor yani. Bunların dışında önemli bir sorun olarak, kurumun örgütlenişi ve çalışması ile ilgili pek çok ayrıntı, öngörülen başkanlık makamının tasarrufuna bırakılıyor; kurumun başkanı, kurumu anlamsızlaştıracak şekilde fazla iktidarla donatılıyor. Raporda da haklılıkla tespit edildiği gibi, bu, olur da Bakanlar Kurulu'nun dalgınlığından yararlanarak kurumun içine STK'lerden filan birileri üye olarak sızarsa, atanacak olan başkanın onu kontrol edebilmesi için kritik önemde bir düzenleme!
Genelde etkin mekanizmalarla korunan evrensel insan hakları konusunu teorik açıdan güvenilmez bulan insanların metinlerinden hazzettiğimi, Geuss'lara filan yaslanarak daha önceden yazmıştım. Ama burada konuyla ilgili o kadar kötü bir pratik seyir var ki, insanın nutku tutuluyor. Bu vurdumduymazlık karşısında, bu işin temelden sakat olduğu, devlet gölgesinde devlete karşı hakların filan zaten korunamayacağı iddiası, önceliğini ve anlamını kaybeden bir görüş mü, yoksa bu saçmalık karşısında sığınabileceğimiz bir korunak mı, bilemedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder