04 Mart 2010

Mukayeseli mağduriyet!

Yukarıdaki videonun "eşcinsellik meselesi"nden itibaren başlaması lazım; olmamışsa da 02:08'e kadar ilerleyebilirsiniz. (Zaten ilgili tartışma da birkaç dakika sürüyor; ondan sonraki yazılarla ilgilenmiyorum) Videonun oraya kadarki kısmında "Kemalistleri" temsil ettiği düşünülen kızın dağılışı görülüyor; ki bana kalırsa, "türbanlıları" temsil ettiği düşünülen özgürlük savunucusu arkadaşın, programdakiler sırf onu sıkıştırmak için eşcinseller konusunu açtıklarındaki dağılışı, çok daha vahim. Çünkü arkadaşımız bence olabilecek en kötü hak
ve özgürlükler söylemine yaslanııyor. Önce, yalnızca kendi özgürlüğünün derdine düştüğünü itiraf ediyor. Sonra orada burada "mağdur edebiyatı" diye anılan tavrın pis bir çeşidini takınıyor: mukayeseli mağduriyet.  Eşcinsellerin mağduriyetini yok sayıyor, görmezden geliyor; önüne koyulunca kendi mağduriyetinden daha küçük, daha önemsiz addediyor; tıkandığı noktada da genel ve bomboş bir yasak karşıtlığı söyleminin altına süpürmeye çalışıyor. Evet, böylesi bencil ve inkârcı bir tavırla tecrübelerini anlatırken, gerçekten yaşadığı şeyleri aktarıyor olsa da, işin edebiyat parçalama kısmına giriyor. Bunu söylerken içim çok rahat. Yemiyorum, yutmuyorum.

Gözlemlediği kadarıyla, kendileri dışında herkes "yeterince" özgürmüş bu ülkede. "Yeterince" kısmının abukluğuna (neye göre, kime göre yeterince?) stüdyodaki liberal kız da dikkat çekiyor zaten; ama "gözlemlediğim kadarıyla" kısmı da abuk. Bu gözlem bana hiç gaspın ve mağduriyetin kaynağında, dolaysız şekilde yapılmış gibi görünmüyor. Mağduriyet doğal olarak arkadaşımızın nazarlarına yansımamış ve o da sağda solda (büyük olasılıkla medya organlarında) gördüğünün ötesinde bir gerçeklik ve mağduriyet olabileceğini pek düşünmemiş anlaşılan. Bu konulardaki mağduriyetin hemen hemen her örnekte düşük görünürlüğe sahip olduğunu unutuvermiş.

"Derneklerin kapatılmasını savunmuyorum zaten; ama derneğin kapatılmasıyla eğitim öğretim hakkı gibi temel bir haktan mahrum edilmek aynı şey değil. Bizimkisi çok daha büyük bir sorun" diyor. Ama bunlar, aynı şey? Örgütlenme hakkı da en az eğitim öğretim hakkı kadar temel nitelikte. Hatta bana sorarsan örgütsüz (daha doğrusu istediğinde örgütlenemeyen) insan, eğitimsiz/eğitim alamayan insana göre çok daha çaresiz durumdadır, ama yine de bu hakların gaspından doğan mağduriyetlerin arasında kıyas yapamayız. Toplumun tamamına ya da toplumda cari siyasal örgütlenmeye karşı bireyin ve grupların hakları, veyahut da toplumun tamamının o birey ve gruplara karşı sorumlulukları, her halükârda azınlıkta, az sayıda olanların hakları ve çoğunlukta olanların sorumlulukları olduğundan, bunların önemini birbirleriyle yarıştırmasak; kelle hesabı, ağırlık hesabı, büyüklük hesabı yapmasak daha doğru değil mi? Bu işin daha önemlisi, daha önemsizi, daha mağduru, daha az mağduru olmuyor ki.. Ayrıca "derneğin kapatılması" derkenki temassız-cynical hallerini de iğrenç bulduğumu belirteyim.

Bu arkadaşın özgürlük ve hak arama anlayışında büyük bir güdüklük var. Söylediklerinden, tek tek hepimize "yeterli" bir alan bırakacak şekilde her şey ayarlansın, sonra kimse kimseye karışmasın gibi bir tavır algılıyorum. Kötü dediğim şey o. Şu meşhur negatif özgürlük anlayışı gibi biraz, ama kavramsal özen adına, tam da öyle olmadığı için Isaiah Berlin'i rahat bırakıyorum. Kesin olan şey, tavrın negatif yönelimli oluşu. Küçük ve şirin bir alanım olsun ve bana kimse karışmasın diyor arkadaş. Bu yöntemle savaşırsanız, sizinle aynı mağduriyeti paylaşan insanlarla birlikte, ancak "cirminiz kadar" yer yakabilirsiniz. Kendisi, bu mağdur popülasyonunu en kalabalık ve en mağdur olarak değerlendirdiğinden bunu pek dert etmiyor olabilir. Ama dediğim gibi, sonuçta toplumun geneline göre veya siyasi örgütlenmenin kaba gücüne göre hep azınlıkta kalınacağından, o istediği alanın çok geniş ve o alandaki serbestliğin çok da köklü olacağı düşünülemez. Çünkü bir açıdan bakınca mağdurlara ait, onlardan başka insanların müdahalesine kapalı gibi görünmekle birlikte, aslında yalnızca mağdurlar kadar kişi tarafından sahiplenilmek gibi bir defosu olan bir alandan söz ediyoruz. 

Tam bir it ite buyurur, it de kuyruğuna buyurur düzeni. Otoriter siyasi örgütlenmelerin arayıp da bulamayacağı bir durum. Örgütleniyorlar mı, "en mağdur" onlar mı? Ne yazar! Onlarla denge sağlanana kadar bir alan pazarlığı yaparsın. Denge oluşunca da kenara çekilirsin; onlar da kenara çekilir. Daha küçük başka bir mağdur grubu karşına gelir, onlara da başka bir yerde daha ufak bir alan tahsis edersin. Her bir gruba, birbiriyle temassız, o grubun miktarıyla oranlı küçük bir yer. Sivil toplum dediğimiz alan böylece Ege Denizi gibi irili ufaklı adalarla bölünmüş bir yere döner. Teke tekte hepsini böcek gibi ezebilirsin. Adaların arasında yol mu var? Zavallılar, kendi adalarını ne kadar büyük görürlerse görsünler, sonuçta en büyük sensin, adalar birleşip denizi yutacak değil ya!    

Bunun yerine, özgürlük arayıcılarının tarafında daha sivil, daha sosyal bir anlayış geliştirilebilirdi. "Kimse bana elleşmesin" demek yerine, "herkes bana sahip çıksın, ben de herkese sahip çıkayım" demekten bahsediyorum. Bence çok temel bir fark. Kendi mağduriyetini başkalarınınkiyle kıyaslamaz, paylaşırdın. Onlara sırtını dönmez, onlarla yüz yüze gelip gücünü birleştirirdin. Bu, tabii ki yalnızca kendi özgürlüğünün derdinde olmanın ötesine geçmeyi gerektiriyor. Mağdurları inkâr etmemeyi, onlara ilgi göstermeyi, günümüzün en hakkı verilmeyen bir iletişim klişesi olaraktan empati kurmayı gerektiriyor. Böyle olması durumunda sen yine o başkalarına kapatmak istediğin alanı alırsın almasına; buna ek olarak, birileri gelip bahçene dalmak istediğinde, senden başka karşısında başkaları da olur. Bu işlerle uğraşanlar boşuna "Kurtuluş yok tek başına | Ya hep beraber, ya hiçbirimiz" demiyor. Senin o daha temel gördüğün eğitim hakkına, çoğulcu bir örgütlülükten daha temel bir garanti mi var?

Arkası yarın: Ad hoc koalisyonlar!

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails