18 Ocak 2010

Genel Söylemler, Özel Söylemler

"Hak terimi, iki farklı anlamı taşır. Öncelikle, "objektif" anlamda haklardan bahsederiz, yani bizim olması ya da yapılması gerektiğini düşündüğümüz şey hakçadır; ikinci olarak da, "subjektif" haklar gelir, yani eğer etkili uygulama mekanizmalarıyla güçlendirilmiş bir iddiam varsa hakkım vardır. İnsan hakları söyleminde hep yapıldığı gibi, bu iki anlamı aynı anda, aralarında ayrım yapmadan kullanırsak, işi iyice çorbaya çevirmiş oluruz. Eğer "X'in Y hakkı, insan haklarındandır" dediğimizde, fiili olarak "Eğer X'in Y yapma iddiasını koruyacak güvenilir bir etkin güç sistemi olsaydı (ki böyle bir sistem yoktur) iyi olurdu" cümlesinden başka bir şey söylemiyorsak, bu yalnızca bir ahlaki inanış hükmünde olur. Bu noktada siyaset evreninin iki temel özelliğini hatırlamak durumundayız: birincisi, ahlaki inanışlarımız bütün insanlar tarafından paylaşılmamaktadır. İkincisi, diğer insanlar bu ahlaki inanışları paylaşıyor olsa veya paylaşır hale getirilse bile, ahlaki bir argüman kendi başına eyleme geçileceğini garanti etmeyecektir. Tabii ki geçmişte ahlaki inanışlar temelinde siyasal eylem şekillendiği olmuştur ve ileride de olacaktır; ayrıca geniş kitlelerce paylaşılan ahlaki değerlerin bazen kayda değer siyasi sonuçları meydana getirdiği de bir gerçektir. Fakat "ahlaki inanışların hiçbir hükmü olmaz" görüşünde şekillenen realist siyasal kuramı reddediyoruz diye, insanlarca paylaşılan ahlaki inanışlarının güvenilir, uygun, kestirilebilir eylemi doğrudan meydana getireceğini düşünmek durumunda da değiliz. Bu itirazımız, doğal insan hakkı fikrinin bütününü açısından yıkıcı niteliktedir." Raymond Geuss, History and Illusion in Politics (2001).

Bir keresinde bizim James yerinde bir tespitte bulunmuştu: haklar ve özgürlükler konusunda kuşkucu bir duruşu olan metinler çoğunlukla haklara ve özgürlüklere güzelleme düzen metinlere göre daha ilgi çekici ve tahrik edici oluyor. Raymond Geuss'un yukarıdaki sözlerle giriş yaptığı argümanı da bu birinci türden addedmek gerek. Kuşkuyla yaklaşanlar idman yurduna mensup yani Geuss. Bildiğim kadarıyla Türkçeye iki tane kitabı çevrilmiş olan bu Cambridge amcası, siyasi hayatta işlerin oluş-bitiş şeklini -bana göre- son derece isabetli şekilde değerlendirmiş bir insandır.

Burada "Bir hak," diyor; "ancak meşru bir siyasi organ tarafından tanındığı, tanımlandığı, ihlal edilmesi durumunda ne olacağı açıkça belirtildiği ve bu beyanatlara uygun şekilde davranıldığı ölçüde siyasi açıdan kayda değer, gerçek bir haktır." Evet, realist bir bakış açısı bu: hak arama söylemlerinin genelinde gördüğümüz çağrışımların aksine, hakların siyasetçisiyle, milletvekiliyle, hükûmetiyle, bürokratlarıyla, polisiyle, savcısıyla, yargıcıyla bütün bir siyasal aygıta rağmen değil, bu aygıt sayesinde, onun unsurları ölçüsünde gerçektiğini öne sürüyor. Geçen günkü Michael Jackson'lı postta da sözün ucu buraya kadar gelmişti; herkes bağlamı kadar konuşabilir demiştik.

Konu dağıtmak gibi olamsın da, kamusal hayatta sıkça birilerinin dert edindiğine şahit olduğumuz, yasalar ile onların uygulamaları arasında bulunan büyük farkların kapısı da bu noktaya açılmıyor mu? Kara kaplı kitapta yazılı olanların, onları yorumlayanların niyetlerine göre içerik kazanması durumundan bahsediyorum. Bu gerçek en fazla yargıçlara kapsamlı özlük hakları tanınması gereğini meşrulaştırırken dile getirilir: "Vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışmış yargıç" klişesini iyi biliyoruz. Adamı kafasını bulandıracak gailelerden uzak tut ki rahat karar verebilsin, yorumuna gölge düşmesin. Ama yargıçlara güvenceler sağlanınca sanki sorun tamamen bitiyor ve yargıçların yasaları yorumlama biçimleri ilgilenilen bir şey olmaktan çıkıyor. Halbuki bu yukarıdaki hak anlayışına göre, bu konu sıradan vatandaş için her zaman yaşamsal düzeyde önemli. Çünkü pratikte sahip olduğu hakların temeli, siyasi-hukuki mekanizmanın yorum sarahetine bağlı. Roman karakterlerine dava açan savcılardan, o davaları kabul eden hakimlerden oluşan bir yapının önüne en geniş özgürlük yorumunu koysak ne çıkar? Okuduğunu anlamamakta ısrar eden yasa yorumlayıcılarının nelere mâl olabileceğini, Hrant Dink'in, "zehirli kan" benzetmesinden ötürü yargılanıp hedef gösterildiği abuk davalardan bilmiyor muyuz? Sırf bu insan malzemesi faktörü bile bize, aslında bir açıdan mülkün adaletin temeli olduğunu anlatıyor. Adalet maalesef ötelerde duran ama her yerde hükmü geçen aşkın bir ilke olmaktan uzak; siyasi aygıta gırtlağına kadar gömülü.

Bir gün bir hak arama davasına doğrudan, bir vatandaş'lık bir katkı koymaya çalışacak olursam, herhalde benden çıkacak ilk şey, bu düşünce biçimini benimseme önerisi olur. Devamında da, bu bakış açısının işaret ettiği ilk davranış olarak, karşısına bir hak arama söylemiyle çıkacağımız siyasi aygıtın bilgisini edinme yoluna sapma gelir. Çünkü Büyük Mekanizma'nın ucuna bucağına dair en ufak bir bilgi parçası bile, davaya önemsenmesi gereken bir güç katar. Ben kendi payıma, özellikle 2000'li yılların başından beri Türkiye sivil toplumu alanında giderek hacim ve ivme kazanan bu tarz davaların, çok az örnekte kendisini karmaşık kurumsal hukuki ağın içine bulaştırdığını gözlemliyorum. (Belki söz konusu kurumsal ağın hiç de "kullancıı dostu" olmadığı, ona nüfuz etme yollarının fena halde kapalı olduğu söylenebilir; çok doğrudur; fakat bu, ismini hak eden bir mücadele'nin o alanda verilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.) Bunun yerine, ilgili hak arama davasının savunucularının arasında başlayıp biten, daha ötelere nüfuz edemeyen, ahlaki temelli, genel ölçekli bazı söylemlerin tellendirildiğini söyleyebiliriz sanıyorum. Vicdanlarıyla, yüksek ahlaklarıyla parlayan aktivizm starları söz konusu. Herkes onların anlattığı büyük anlatıları dinliyor ve sözlerin büyüsüyle kendinden geçiyor. İşin nasılına dair pek etraflı bilgisi yok ama katilleri, faşistleri diliyle çok güzel mahkûm ediyor; duruşu, "yüreği yeter"!

Genel söylemler işin tek geçer akçesi olunca, kaçınılmaz olarak, elimizde pek özel söylemlerin gücüyle edinilmiş somut kazanımlar kalmıyor. Dahası, elde edilen mikroskobik kazanımlar da, Michael Jackson'ın Ma'in Lu'er'ı gibi, bir sonraki aktivizm dalgalarında cephane olarak kullanılacakları yerde, bir tür böbürlenme ve kendini kahramanlaştırma havasına meze ediliyorlar. Hem hak hukuk aktivizmi alanında, hem de genel aktivizm deryasında işin özeti biraz şöyle: cılız, güçsüz, sınırlı sayıda fiil ve bunların kahraman, her şeye kadir, kibirli failleri. Değil mi?

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails