07 Temmuz 2010

PhDcomics, komik değil

"Okuma abartılıyor olabilir" temalı bir şey yazmaya çalışıyordum; arada "antiparantezle" geçeceğim bir konu, daha uzun bir süredir gözüme takıldığı için, biraz dallanıp budaklandı ve onu şimdi not etmek isterim.

PhDcomics diye bir çizgi dizi sitesi var. Bilmeyenler için, burada doktora ve/veya asistanlık yapan taze akademik kişiliklerin pek çileli fakat öbür yandan pek de ayrıksı ve eğlenceli şekilde temsil edilen yaşamlarını konu alan karikatürler yayınlanlıyor. Cins huylu, sıkıntı çıkaran profesörler, bir türlü bitmeyen tezler, projeler, inekleşmeden mantarlaşmaya seyahat eden akademisyen adayları, falan filan. Benim de bu işlerle uğraşan çok sayıda tanıdığım olduğu için, Facebook'ta filan düzenli aralıklarla PhDcomics karikatürlerine maruz kalıyorum. Bir patladı mı deli gibi paylaşılıyor. Bendeniz bu sitedeki karikatürleri genelde hiç komik bulmadığım gibi, paylaşılmasından da biraz rahatsız oluyorum; nedeni de, akademik camiaya dahil olmayan/olamamış kişilere karşı bu alanın "lükslerinin" ortaya konulmasında biraz şımarıklık veya görgüsüzlük kokusu almam. Aynı şekilde, geçmişte kendimi biraz bulamış olsam da, bugün "procrastination" edebiyatını da, yani özellikle tezini/ödevini yapmak yerine aylaklık eden öğrencinin bu durumunu bir de allayıp pullamasını da sevmiyorum.

Yukarıda "akademik camiaya dahil olmayan/olamamış" dedim. Benim algıladığım kadarıyla PhDcomics'te kıyaslamalar yapıldığında, genellikle kendi iradesiyle akademik tarik yerine başka bir yolu tercih etmiş kısımla ilgileniliyor. Yani asistanlarımızı, akademik kariyer yapmak yerine, "her türlü zaten tutan" Amerikan rüyasının başka bir tarafından tutmuş, arada tercihen yüksek maaşlı bir işe başlamış, ev-araba döşemiş, evlenmiş, vs. tiplerle kontrast içinde görüyoruz. Ama asistan hâlâ tezidir ödevidir uğraşıyor, vesaire. Akademik yola girmek istediği halde giremeyen kişiler söz konusu edilmiyor; zorlanılsa sırf bu konumlanmaları tercih işiymiş gibi gösteren iğrenç havası için bile bu karikatürlerden hazzedilmezdi fakat işin beni sıkan yönü birazcık başka.

Malûm, bu akademisyen, okuyucu-yazıcı-öğretici 'takımını' tabir eden sözcüklerden biri de, "scholar". Okul sözcüğünün akrabası da olan bu sözcük, skholē şeklindeki bir Yunanca sözcükten geliyor, ki bunun anlamı da "boş zaman ('leisure'), gündelik sıkıntılardan ötede bulunan sakinlik-serbestlik-rahatlık durumu" gibi bir şey. Aradaki bağlantıya değinen çoktur: bilim yapmanın böyle bir maliyetinin söz konusu olduğu; yani bilimsel faaliyetle uğraşmak için, böyle bir skholē'ye sahip olunması, böyle bir bedelin ödenebilmesi önkoşulunun mevcut olduğu vurgulanır. Evet, evrensel geçerliliği olan, herkesi bağlayan, herkesi susturan, höy höy höy konumundaki bilimsel bilgi, yalnızca "kahvehanelerde değil, laboratuvarlarda sabahlayan" insanlar tarafından üretilebiliyor ve o laboratuvarlara da yalnızca o şiirdeki gibi Atatürk sevgisiyle girilmiyor. Her ne kadar burslar ve diğer desteklerle işe biraz eşitlikçi makyajlar sürülmekte ise de, akademisyen olan, akademik yolda olan herkesin toplumsal sınıflar bakımından görece yukarılarda, en kötü orta-üst irtifalarda bulunduğunu hatırlamak gerek. Bu iş, yalnızca kendisine bir şekilde o zamanı yaratma imkânını bulanlara özgü bir iş.  

Kendi payıma, hiç kimsenin üniversite sınavı, lisans not ortalaması gibi bu yolun en elementer basamaklarında dahi mevcut olan üretim pozisyonlarının (evrensel'i üreten olma konumlarının), onları objektif olarak en fazla hak eden öğrencilere verildiğini iddia edebileceğini sanmıyorum. Bu bakımdan, bence lisans seviyesinden öteye giden herkesin bir şekilde bu durumla hesabını kitabını görmesi gerek. Akademide ders veren, gazetelere yazı yazan, televizyonlarda görününen, takdis kurumlarından aldığı güç ve özgüvene yaslanarak "Bu, böyledir" dediği zaman gerçekten de onu öyle yapan ve öyle yapışı yalnızca ve yalnızca alanında faaliyet gösteren bir başka yoldaşı tarafından söz/eleştiri/itiraz konusu edilebilen --ki bu meydan okumalar kendi başına kocaman bir inceleme konusu-- her akademisyen, o anda, bütün gün işyerinde çalıştığı için kafası mantara dönmüş, patron çilesi çeken, elini ayağını bile oynatamayan, düşünemeyen, eleştiremeyen, hatta çalışıp yorulmasa bile düşünceyle işi olmayacak zebil miktar yaşıtının pahasına o konumda. Bilimsel olanın kendisi, bilimsel olmayanın da bir başkası olması, tartışılmaz şekilde meşru değil. Bilim öyle kendi kendine adamın kafasından neşet etmiyor.

Durum böyle böyleyken beni rahatsız eden şey, çalışma'nın içini vida sıkmayla, odun kırmayla, döviz alıp satmayla değil de düşünüp taşınmayla, okumayla yazmayla doldurabilme lüksüne sahip olan ve bu arada da çorbası pişen bireyin çalışamaması, sonra da çalışamamasının parodisini yazması. Oyun bilmeyen gelinin düğün ahalisine dönüp "yerim dar ama en kral yer de burası. Canınızı verirdiniz benim bu darlığından yakındığım yerde olabilmek için ama yine de burada olan ben olacağım" demesi.  

Ben PhDcomics'in tembelliğe övgü havasından öteden beri rahatsız oluyordum ama bu rahatsızlığa bu şeklini veren, elbette Pierre Bourdieu. Kendisi evrenseli üretmenin sınıfsal koşullarına dikkat kesildiği anda, bu ayrıcalığa sahip olanlara, önce bir bütün halinde hareket ederek sahip oldukları ayrıcalıklı durumu brütal bir şekilde işgal etmeye hallenen "dış güçlere" karşı mücadele etmeleri, bununla bağlantılı bir esas misyon olarak ise, giderek sahip oldukları koşulları genelleştirmenin, genele yaymanın yollarını aramaları öğüdünü veriyor. Bizim genç scholar adayı ne yapıyor? Tüm listesine karikatürü paylaşarak cicilerini göstermeye çalışıyor. Orada bile -yine Bourdieu'den gidelim- bir distinction peşinde koşuyor.

1 yorum:

PhDcomic'çi PhD'ci dedi ki...

Hocam iyi günler, yazını zevk ile okudum. Kendimi tanıtayım, ben facebook'ta phdcomics paylaşan doktora öğrencisi. Ne yalan söyleyeyim bu faaliyeti sık gerçekleştirdiğim zamanlarda ben de utanıyorum, "tembelliğe övgü" mü bu tam bilemiyorum, ama bir şeylere övgü olduğu kesin, bu yüzden de hakikaten dediğin gibi görgüsüz bir havası var. Ama yine de yapıyor muyum, yapıyorum, belki senin kadar Bourdieu okusam değişik bir self kanşısnıs geliştirir ve bundan imtina ederdim ama. Söz buraya gelmişken bu yorumu alakasız bir noktaya bağlayarak sonlandırmayı bir görev bilirim: Is Bourdieu the new Marx? Yanlış anlaşılmasın kendisine karşı hiçbir hamasetim yok ama gözlemledim ki birçok yazında kendisine atıfta bulumuşsun, argümanlarını onun üzerine inşa etmişsin. Bizim çocukları olduğumuz jenerasyonun Marx referansçılığı gibi adeta. Neyse şimdi kuyuya bir taş atarak sana ekstra yazı yüzü çıkardım abicim bu yüzden kusura kalma, bu yoruma cevap vermek zorunda değilsin o yüzden, okuyup "böyle bir şey de varmış" deyip geçmesi serbest. Sefa ile :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails