30 Nisan 2010

Yakın Tarihten Bazı Tuhaflıklar: Surp Agop Mezarlığı

Her şey, bu sabah üçüncü köprü ile ilgili haberleri okuduktan sonra Wikipedia'daki İstanbul maddesine şöyle bir bakmamla başladı. Maddeyi okurken bir harita gördüm: 1922 yılına ait bir İstanbul planı. 'Société anonyme ottomane d'études et d'enterprises urbaines' tarafından yapılmış. (Bir yandan resmi bir kurum gibi duruyor, bir yandan da 'anonim şirket'. Tam anlayamadım.) Princeton Üniversitesi kütüphanesi tarafından internet alemine sunulan bu planlarda ilgilendiğim o kadar çok şey bir arada ki, sevinçten uçtum desem yeridir: geç dönem Osmanlı tarihi, ayrıntılı şehir planları ve haritalar, tramvay güzergâhları (lise edebiyat derslerinin favorisi Fatih-Harbiye hattı 12 numara), hatta Latin alfabesine geçişten önceki döneme ait bir fenomen olarak Türkçe kelimeleri latin harfleriyle (ama harflerin Fransızcadaki ses karşılıklarını esas alarak) yazma denemeleri!.. Ben bu planları daha uzunca bir süre kurcalarım; ama şimdi Beyoğlu-Beşiktaş dolaylarında gördüğüm bir şeylerden hareketle başladığım çok enteresan bir mini-araştırmayı yazmak istiyorum.

1922 yılında, Taksim dolaylarının çehresi bugünkünden oldukça farklı. Şimdiki Gezi Parkı'nın yerinde Taksim Kışlası bulunuyor; ki sanırım bütün futbol takipçileri, avlusunda bulunan Taksim Stadı'ndan ötürü bu büyük kışla binasını bilir. Bu kışlanın arkasında, bugün parkın devamının ve Ceylan Intercontinental otelinin bulunduğu alan, Taksim Bahçesi, ya da bahsettiğim imla ile Taxim Baghtghessi. Bugün AKM'nin bulunduğu alan ile Gümüşsuyu İnönü Caddesindeki binaları da kapsayan alanda bir gayrımüslim mezarlığı var. Aynı şekilde, Elmadağ'da da, soldaki haritada göreceğimiz gibi, büyükçe bir Ermeni mezarlığı var. Mezarlık, tam olarak Harbiye Askeri Müzesi ile, bugün İTÜ'ye bağlı olan Taşkışla arasında uzanıyor. İsmi Surp Agop Mezarlığı olan bu mezarlık, 1500lü yılların ortasından 1865 yılına kadar İstanbul Ermenilerinin ana mezarlığı konumundaymış. (Haritada Taşkışla'nın kuzeybatı çaprazında görünen T şeklindeki kırmızı yapı, Surp Agop Kilisesi; Ermeni ve Mezarlighi sözcüklerinin arasında kalan iki kutu, yıkılan Surp Krikor Lusaroviç Kilisesi; ayrıca bugün caddenin hemen karşı tarafında da Surp Agop Ermeni Hastanesi bulunuyor.) Anlatılanlara göre 1560'daki veba salgınından ötürü mezarlıkların şehir dışına (tarihi yarımada ve Galata dışına) taşımaları buyurulunca bu geniş arazi kullanılmaya başlanmış. (Bugünkü AKM'den Fındıklı'ya doğru inen çok büyük bir Müslüman mezarlığı da varmış.) 1865'de ise vebaya kolera tehditi eklenmiş ve Surp Agop Mezarlığı'na ölü defnedilmesi yasaklanıp Ermenilere -bugün de kullanılan- Şişli'deki mezarlık arazisi tahsis edilmiş. Tam olarak 23 Temmuz 1865 tarihinden sonra bu mezarlığa hiçbir ölü defnedilmediği belirtiliyor.

Sağdaki resimde de, bölgenin 2007 tarihli uydu görüntüsünü görüyoruz. Üstün Paint becerilerimi kullanarak bugün mezarlığın üzerinde bulunan binalara etiketler yerleştirdim. T: TRT İstanbul Radyosu, : En son geçen aylardaki Tayyip Erdoğan-Aydın Doğan kavgasında gündeme gelen Hilton Oteli, HY: Hyatt Regency Oteli, D: Attila İlhan'ın müdavimliğinden bildiğimiz Divan Oteli/Pastanesi oluyor. Taşkışla, Harbiye ve Surp Agop Kilisesi yerlerinde duruyor. Ayrıca 1922'de Harbiye'nin ucunda gördüğümüz tanımsız kırmızı yapının yerini (1981 yılında) Harbiye Orduevi almış. Havuzuyla, 'roof bar'ıyla süper lüks bir ortam. Mezarlık ise kabaca küçük karelerle etrafını çizdiğim alana denk geliyor. Günümüzde bu bölge kongre turizmi için allanıp pullanma sürecinde olduğundan mezarlığın dört bir yanını lüks oteller sarmış. Yol boyu uzanan yedi sekiz adet binanın da pahalı ve az çok prestij sahibi ofis binaları olduğunu söylersem yanılmış olmam galiba.


Peki ne olmuş da Surp Agop Mezarlığı bu hale gelmiş? Görünüşe göre 1865'ten sonra yeni ölü defnedilmeyen mezarlığın arazisinin mülkiyeti, 1930'lar boyunca sürmüş uzunca bir davanın sonunda Kiliseden alınmış. Anladığım kadarıyla dava boyunca Belediye ve ilgili diğer bürokratik kuruluşlar, istimlakın daha sorunsuz olması için ısrarla mezarlığı sahipsiz-metruk statüsünde gösteriyorlar; Kilise ise iddiasını bir türlü yargıya kabul ettiremiyor ve devir sağlanıyor. O dönemde yaptırılan şehir planlarında bu arazi -yanılmıyorsam- düşünülen büyük parka dahil. Park Harbiye'den Maçka'ya kadar kesintisiz şekilde uzanıyor. Fakat 1949'da Radyoevi, 1951'de Hilton derken park planı badem oluyor ve mezarlık arazisi de arada güme gidiyor. Divan Oteli'nin bulunduğu kısım örneğin Vehbi Koç tarafından başlangıçta çalışanlarına bir misafirhane inşa etmek için alınmış. Cadde boyu Radyoevine kadar olan yedi sekiz bina da bir şekilde aynı dönemde satılmış olmalı. Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin internet sitesindeki uydu görüntülerinde 1966'ya gelindiğinde bina mevcudunun kabaca bugünkü halini aldığı görülüyor.


Burada mezarlıkların istimlâkının ve tahribinin yalnızca Ermenilerin başına geldiğini iddia etmiyorum. Yukarıda bahsettiğim gibi bugün üzerinde yerleşim yeri olan eski Müslüman mezarlıkları da var. Dahası, bu sadece Türkiye/Osmanlı tarihinde görünen bir olay da değil. Hatta İslam faktöründen ötürü teoride belki de son olması gereken yer Osmanlı Devleti. Aklıma Modest Musorgski'nin Bir Sergiden Tablolar'ı vesilesiyle öğrendiğim Paris'in katakompları geliyor. İstanbul'daki hikâye gibi benzeri sağlık-hijyen problemleri çıkınca bazı mezarlıkları kapatıp çıkan kemikleri maden ocağına istiflemişler. Mezar yerlerinin, belki de ölüp gitmiş insanların kemiklerinin üzerinde yükselen oteller, havuzlar, apartımanlar rahatsız edici görünse de yine de bu mezarlıkların istimlâkı bana ilk bakışta ilkesel düzeyde karşı çıkılıp çıkılamayacağı biraz muğlâk görünen bir konu. Gerçekten bir şehir için böyle bir ihtiyaç olabilir, Allahın dağı bayırı bitmiştir, genişlenemiyordur; yani illâ Surp Agop örneğinde olduğu gibi şehrin göbeğindeki müthiş rantabl arazinin balının kaymağının hüpletilmesi söz konusu olmayabilir, bilemiyorum. Ama Surp Agop'un istimlâkı davasına dair bazı ayrıntılar var ki, işte orada insan, azınlık düşmanı bir siyasetin pis kokularını duyuyor. Aşağıdaki kaynaktan hikayeyi özetleyip yazıyı bitiriyorum.

Şurada mezarlığın tarihine dair ayrıntılı bir yazı mevcut. Yazının tamamını okumanızı öneririm ama davanın seyrini özetlemeye çalışayım. Burada anlatıldığına göre Belediye, 1931 tarihinde bu metruk mezarlığın arsasının "Sultan Bayazıt Veli" adlı bir vakfa ait olduğunu ve kendisine devrolunması gerektiğini iddia ederek tapu idaresine başvurur. Cemaat de mezarlığın metruk olmayıp yalnızca sağlık nedeniyle terk edildiğini ve arsa mülkiyetinin de Kanuni döneminden beri Ermenilerde bulunduğunu gösteren belgelerle idareye gider. İdare Belediye lehine karar verince konu mahkemeye yansır. Belediye avukatları önce mahkemenin yetkisiz olduğunu savunur, ama mahkeme davayı görüşmeye başlayınca Türkiye Ermeni cemaatinin ve Ermeni Patrikhânesi'nin hukuken mevcut olmadığını iddia ederler. İddialarına dayanak da Temmuz 1915 tarihli bir kabine kararıdır; karar İstanbul'daki Ermeni patriğinin Kudüs'e sürüldüğünü ve Türkiye'de artık böyle bir tüzel kişiliğin bulunmadığını ispatlıyordur iddialarına göre. (Not: İnternette onca arama yaptım, verilen tarihte Osmanlı bakanlar kurulundan çıkan bir şey bulamadım.) Bu iddia da çürütülünce dava devam eder. Arada araziye talip bir de Ayas Paşa Vakfı çıkar. Mahkemenin başvurduğu bir bilirkişi heyeti, arsanın Sultan Bayazıt Vakfı'na ait olduğu görüşünü sunar ve bu görüşe itibarla Mahkeme Cemaatin arsa üzerindeki iddiasını reddedip mezarlığı Belediye'ye devreder. Cemaat davayı temyize götürür, bir sonuç alamaz, arada 1933 adliye yangını çıkar, mahkemeler durur. Mahkemeler yeniden işlemeye başladığında Cemaat bir kere daha Yargıtay'ı zorlar. Ama arada Belediye arsaların değerlerini ölçtürmüş, kendi adına tapu çıkarma işlemine de başlamıştır. Yargıtay'daki davalardan bir şey çıkmaz çıkmasına ama süreç içinde bu sefer Belediye, uzayan davalar nedeniyle arsaların değersizleştiği ve kamunun zarara uğratıldığı iddiasıyla Ermeni cemaatine tazminat davası açar. Bu dava da uzayıp gitmekteyken araya İçişleri Bakanı'nın emriyle Vali filan girer. Cemaat ile belediyenin uzlaşarak davaların düşmesi sağlanır. Uzlaşma sonunda Surp Agop Mezarlığının arsası (850 bin metrekare) Belediye'ye, üzerindeki binalar da (6 bin metrekare) Cemaate bırakılır ve Cemaat 1937 fiyatıyla 3200 lira mahkeme masrafını öder.

1938 yılında Belediye, "boş arsadan" istenen mezarların 15 gün içinde taşınabileceğini bildirir. Az sayıda mezarın taşınmasının ardından mezarlık tamamen Fahrettin Kerim Gökay ile Conrad Hilton'un üzerinde görüştüğü "sahaya" dönüşmüş durumdadır. "Belediye “Emval-i Metruke” lerle aynı sonu paylaşan ve bugün varlığı hakkında çok az kişinin bilgi sahibi olduğu mezarlığın, olayların sessiz tanıkları olan sahipsiz mezar taşlarını Park’ın basamaklarının yapımında ve büyük oranda Eminönü meydanının tamirinde kullanır." Arsa için olaylar daha çoook gelişecektir.

7 yorum:

kadin dedi ki...

Harika bir yazı. Kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Bahsettiğin park alanı Henri Prost'un 50lerde yaptığı İstanbul planında İnönü Gezisi alanı olarak ayrılmış ve Taksim'deki Gezi Parkı'ndan başlayıp senin de bahsettiğin gibi Harbiye'ye uzanan alan olarak ayrılmış durumdaydı. Aşağıdaki linkte Doğan Hasol'un konuyla ilgili yazdığı bir yazı var. İlgini çekebilir. http://www.doganhasol.net/Articles/elveda-inonu-gezisi_10565.html
Tekrar teşekkürler.

Redingot dedi ki...

Esas ben teşekkür ederim. Doğan Hasol'un yazısını da okudum. "Olaylar gelişir" dediğim dönemde neler olup bittiğini ve Hilton davasının bugünkü durumunu benim için daha da açıklaştırdı. Ama yazıda araziden bahsederken kuru bir şekilde Emekli Sandığı'na ait demesi de dikkatimi çekti. Okuyan bu mezarlık hikâyesini göremeyecek, bilemeyecektir. O kısımda acaba bilinçli bir tarih-silme hamlesi mi söz konusu, yoksa konu dışı addetme/ihmal/bilmeme/öğrenme gereği duymama gibi durumlar mı var merak ettim.

kadin dedi ki...

Günümüz mimarlık camiasında bu konunun bilindiğini/irdelendiğini pek sanmıyorum. Daha doğrusu biliniyorsa da Doğan Hasol'dan daha yaşlı nesil tarafından biliniyordur olsa olsa. Bilinçli bir tarih-silme hamlesi var sonuçta ama daha eski dönemlerden galiba.

kadin dedi ki...

Burada (www.iae.org.tr) Henri Prost'un İstanbul planları üzerine bir sergi var. 18 Temmuz yani bu pazar da son günüymüş. Ben koşa koşa gittim dün. İnönü Gezisi'ne dair birşeyler de var. İlgilenirsen haberin olsun redingot.

Redingot dedi ki...

Evet, bu sergyi gördüm ama daha gitmedim. Bugün yarın uydurmam lazım bir şekilde.

kadin dedi ki...

Bakınız efendim: http://www.bianet.org/bianet/azinliklar/132420-bir-gasp-hikayesi

Redingot dedi ki...

Eveeet! :) Bu sabah ben de gördüm haberi. Hatta postun altına linklemeyi düşünmüştüm. İnce araştırmışlar, güzel ayrıntılandırmışlar.

Ey google'dan oradan buradan yazıya ulaşan ziyaretçi! Mezarlık hakkında Bianet'teki yazıyı muhakkak oku, aradığın şeyler orada!

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails