05 Mayıs 2010

Fikri takip

Geçen gün gazete haberi-onu izleyen yorum içerikli gündem takibi formatından uzak durmak istediğimi söylemiştim ama geçenki konularla ilgili olması açısından şu konuşmaya değinme gereği hissettim:
KAMER GENÇ (Tunceli) – [...] Utanmıyor musunuz İsmet Paşa’ya laf söylemeye?!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - İsmet Paşa tarihte bir kahraman olarak yerini almış ama siyasi parti genel başkanı olduktan sonra, her siyasi parti genel başkanının olduğu gibi
eleştirilmek konusunda da hiç kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Nasıl ki 1972 yılında, 1973 yılında 12 Mart muhtırasına karşı rahmetli Ecevit’in tek başına karşı durmasıyla birlikte ve o gün Türk milletinin Ecevit’in darbecilere karşı gösterdiği tavırla 1973-1974 seçimlerindeki aldığı oy ve arkasından millî kahraman İsmet İnönü’ye karşı Genel Kuruldaki aldığı başarı, o zaman eleştirmek mecburiyetinde kalabilir. Bir siyasi partinin genel başkanını, bugün iktidarda olan, milletin gönlündeki yüzde 47’lik oyla zirveye getirilmiş bir parti genel başkanını… yakışıksız bir şekilde, faşizan bir partinin genel başkanıyla bağlantı kuruyorsa… verdiği cevaplar karşısında da, her türlü siyasi kişiliğin eleştirilmesini de beklemek mecburiyetindedir.
İsmet İnönü Kurtuluş Savaşı sırasında tarihî bir kahramandır, hepimiz kabul ediyoruz ama İsmet Paşa 1950 yılından itibaren siyasi bir kişiliktir. Ne zamana kadar? 1973 yılına kadar. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğu süreye kadar siyasi kişiliği devam etmiştir ve eleştirilebilir. Nitekim, Demirel, İnönü eleştirilerini hep beraber gördük, ondan önceki Menderes, İnönü tartışmalarını, eleştirilerini gördük…
GÜROL ERGİN (Muğla) – Aynı şeyi yarın Atatürk için söyleyeceksiniz…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - …Ecevit-İnönü tartışmalarını hep beraber gördük ve ondan sonraki süreçte de hep bunları gördük ama açıkça söylüyorum, siyasi parti genel başkanları siyasi partileri eleştirirken, benzetme yaparlarken lütfen ölçü içerisinde kalsınlar, hiç kimseyi rahatsız edici bir şekilde benzetme noktasına girmesinler.
Bu vesileyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 
Ak Parti grup başkanvekili Elitaş'ın olağanüstü kötü hitabetinin ardında şöyle bir anlayışın izlerini görüyoruz: İsmet İnönü 1950'ye kadar Kurtuluş Savaşı kahramanı kurucu baba konumunda olduğundan, yaptıkları eleştirilemez, eleştirmiyoruz. Ama bu tarihten sonra 'normal' siyaset seviyesine inmiş olduğu için eleştirilebilir, eleştiriyoruz. Aslında bugün Elitaş'ın mensubu olduğu partinin temsil ettiği siyasi çizgi tarafından İnönü hakkında yapılan 'eleştiriler' 1939-1950 ve 1959/1960-... dönemlerine aittir; yani 1950'den itibaren aslında İnönü bir süre uğraşılmaya değer bulunmamıştır ama yine de onun verdiği zaman çizelgesine müdahil olmayalım. Her halükârda, Yakup Kadri'nin kitabı hakkındaki yazıda değindiğim "küçük politika-büyük politika" karşıtlığı bu söylemin de içinden geçiyor. Bununla birlikte Elitaş Yakup Kadri'nin anlattıklarını görmemiş olduğu için, küçük politika'nın 1950'de başladığını sanıyor. Halbuki mevzu tam da oydu zaten: 1923'te de, 1928'de de, 1930'ların başında da, sonunda da küçük politika yapılıyordu. Daha doğrusu politika yapılıyordu ve Atatürk ve İnönü onun daha yukarısındaki mistik bir rakımda değil, tam içindeydiler. (Muğla milletvekili Gürol Engin'in bu yazıyı okumayacağını umuyorum.) Sorsak belki de kendisini hayatta da siyasette de eleştirel bir kimse olarak tanıtırdı Elitaş; fakat en temel mitolojiyi nasıl da temelden kanıksamış olduğu bu konuşmasından böylece bel verivermiş. Yazı "AKP CHP, yok birbirinden farkları" çizgisine doğru hızla gittiğinden burada kessem iyi olacak galiba.

Sıradaki küçük politika anekdotu, Yakup Kadri'den gelsin. 1949'da, İstanbul'da, Park Otel'de bir akşam yemek yerken yan masada Celal Bayar ve Refik Koraltan'ın olduğunu görüyor. Sonra onlara bir selam veriyor ve kısa bir sohbette bulunuyorlar.
Bu sohbeti Demokrat Parti lideri şu sözüyle açmıştı: 
"Giriştiğimiz demokrasi mücadelesini nasıl buluyorsunuz?"
"Pek sert ve kırıcı buluyorum, Celal Bey. Korkarım ki bizim aramızda açılan bu saç saça baş başa politika kavgalarından en son 'kara kuvvet' istifade etmesin."
"Siz bunu İsmet Paşa'ya söyleyin."
"Ne münasebet? Anlayamadım."
"Çünkü, kara kuvvet kışkırtan biz değiliz, Halk Partisi'dir."
Yüzüne hayretle baktığımı gören Celal Bayar:
"Anlatayım," dedi. "Geçenlerde Bursa'da laikliği uzun uzadıya müdafaa eden bir nutuk söylemiştim. Sebilür-Reşad mecmuası bu nutku -her sözümü ayrı ayrı kötüye yorumlayıp- beni dinsizlikle itham ederek sayfalar dolusu yayınlamıştı. Sonra ne oldu bilir misiniz? Halk Partisi, mal bulmuş mağribi gibi, bu mecmuadan hemen binlerce satın alıp memleketin dört köşesine dağıttı. Bunun üzerine ben de İsmet Paşa'ya gittim. Kendisine reddi imkânsız delillerle bu hadise hakkında lazım gelen malûmatı verdim ve dedim ki: 'Paşam, hani parti mücadelelerinde din istismarcılığı yapmamak hususundaki sözleşmemiz nerede kaldı?' Önce, bu işten haberi olmadığını söyledi. Sonra benim 'izahat' istemekteki ısrarım karşısında öfkelenerek 'Ne yapalım, bizim arkadaşlar senin bir (zaafından) istifade etmişler' dedi."[1]
---
[1] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, (İstanbul: İletişim, 2006), s. 161-162.



Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails