Son senelerde işin teorisine dalıp çıkmalar yaptığım oldu; ek olarak, ustaların pratikte ne kadar önemli olduğuna dair şu son sene içinde birkaç an yaşadım ve böylece bir işin ustası olan, bir konuda uzmanlığı olan kişilere saygım zirve yaptı. İşin teorisi dediğim, entelektüeller sosyolojisi diye başlayıp bilgi sosyolojisine kadar uzanan bazı okumalar. Türkiye'de üzerine öyle çok fazla düşünülen bir husus değil. Daha doğrusu, entelektüel nedir, toplumla ilişkisi nedir türünden 20. yüzyıl sorularına bulaşmamış ve de (20. yüzyılda hep olageldiği gibi) kendini ideal entelektüel, muarızını da sözde-entelektüel ilan etmemiş kimse yok; fakat bu araştırma alanının son onyıllarda geçirdiği değişimin ucundan kıyısından tutmaya ve biraz daha doğru dürüst düşünmeye kimse niyetlenmemiş. Doğal olarak da uzmanlık sorusu henüz yurdumuza gelmeyi bekliyor. Halbuki uzmanlık, ustalık, pratik bilgi, bunların toplumsal hayata olan etkileri falan gibi konular habire eşeleniyor.
Yok, oradan gidip kafa ütülemeyeceğim. O kafa ütülemeler teze kalsın. İşin pratiğine geçeyim; pratik dediğim, bazı ustalarla olan maceralarım. Ustadan kasıt da elbette ev işleri ustaları. Mesela elektrikçi, kablo TV adamı gibi; evet, o kadar pratik bu sefer! Hemen hemen hiçbir anekdotal değer taşımayan bu ufak epizotlar hep benim ustalara saygı duymamla sonuçlandı. Bu saygıyı usta, seni kendi freymof refrınsına çekerek yapıyor; kendisi yaratıyor. Bu çekilmenin iyice mistik bir hal aldığı bir örnek altı yedi sene önce, Ankara'da olmuştu. Bir gün belki ayrıntılı bir şeyler yazma imkânım olur: hat sanatına karşı bir ilgim var. Boş değilim. Ulus'da, Sulu Han'da bir hattatı söylemişlerdi. Gidip yanına oturdum. Yanında türbanlı bir öğrencisi de vardı, besmele yazıyordu hatta. Adam ne zaman ağzını açtıysa uhreviyattan kodlar saça saça konuşmuştu. Beni ikirciklendiren bir şey; çünkü hatta ilgim var amma dini endoktrinasyonlara, bir üstad tarafından manen-ahlaken adeta kalkındırılmaya hiç gelesim yok. Neyse, hocanın kurs için istediği aylık 50 YTL de fazla gelince ders almayacağım belli olur gibi olmuştu, o noktada hoca bana hiç alakası yokken Zafer Çarşısı'ndaki sergicilerden onun adresini almamın, sonra gelip onu bulmamın değerlendirilmesi gereken bir İKRAM olduğunu söyledi. İkram derken, elbette kalecinin forvete golü adeta ikram etmesindeki veya eve gelen komşuya elma-mandalina tabağı getirmekteki gibi bayağı değil elbette. Büyük i'li İkram (yani yazıyor olsa herhalde büyük harfle yazardı), Allah'tan geliyor. O hattatı hattat yapan anlamlar evreninin içinde kalan bir kavram, orada bazı başka kavramlarla bağlantılı olarak anlamını buluyor. Usta, ondan ders almam söz konusu olduğu için, benim o hana gelene kadarki serüvenimin adını kendine göre koyma hakkını kendinde görüyor ve bunu da başka bir şeye değil Allahın cömertliğine bağlıyor. Dolayısıyla ağzını açtığı anda kendisini usta, karşısındakini çömez olarak adlandıran bir düzenin içinden konuşuyor. Açık oynuyor. Kuralları kabul edersen buyur içeri gir; sana da ufak bir yer tanıyacak (çırak, çömez, vs.); sen oradan başlayıp kendi konumunu yavaş yavaş inşa edeceksin.
İflah olmaz modernlik hastalığından olacak, bu ikram sözü benim üzerimde ilk anda hemen hemen hiç etkili olmadı; ders almadım. Ama bu yukarıdaki lagaluga da (yani hattatın ikram sözüyle beni ağına çekmeye çalışıyor olması da) üzerinden süre geçtikten sonra kafama dank etmişti. Neyse, mistik ustanın mistik otoritesiyle uğraşacak halimiz yok, daha modern, daha seküler ustalık hikayelerine gelelim. Uzmanlık bu sefer itiraz edilemezliğini nereden alıyor? Herkes için işlerliğinden gibi bir şey denebilir mi? Evdeki priz yerinden cörtleyince bir elektrikçi çağırmıştım, orada öyle olmuştu. Adam gelip yaptığı işe (priz değişimi) kıyasla çok fazla gelen bir para (25 miydi 30 muydu ne) almıştı. Demişti ki, şimdi sen bunu anlamazsın, yamuk takarsın, iki ay sonra yine düşer. Öylesi uzun vadede daha pahalıya gelir. Bu işin ustası benim, benim taktığım on sene gider, vs. Ben de bu sözlerin ikna ediciliğinden ziyade okumuş adam condescension'ına girişerek ikna olmuştum bu işin gerçekten bu parayı eder olduğuna. Yoksa yine de fazlaydı bence. Aslında orada da adam biraz trik çekip beni ikna etmiş. Bu sefer baştan ikimizin arasında çırak çömlek ilişkisi yok. Bir hamleyle hem beni sözde yüceltiyor, hem de aramıza nitel bir fark koyuyor. Kendisini dokunulmaz kılan bir fark. Onun ustası o, fiyatını da tartışmayacak, elektrik bilgisini de. Sen de bomboş bir şekilde seni koyduğu tepedeki sandalyene otur dur okumuş adam.
Ben öğrenciye hiçbir uzmanlık kazandırmayan bir bölümde eğitim aldım. Birkaç tane belirgin rota var, KPSS ve memuriyet, veya akademik kariyer gibi. Bizim bölümü bitiren ve bu yollara sapmayan arkadaşlardan herhangi on tanesini mezun olduktan on sene sonra bir araya getirseniz, büyük ihtimalle aynı işi yapan iki kişi bile bulamazsınız. Nerelere nerelere savrulanlar oluyor, böyle saçmalık olur mu? Herkes için standart olan sapmalar hakkaten sapmış birkaç kişinin işi olmalı, geri kalanların da ne yapıp edeceği biraz belli olmalı, öyle değil mi? Belki okul bizi bize pazarda iyi iş görecek şekilde esnek programlanmış eleman taslakları olarak satmaya çalışırdı; ama işin aslı okulu bitirdiğimizde elimizde hiçbir şey yoktu. Ben, tamam sen oldun dendiği anda bana verilmiş olan şeyin yarım yamalaklığının farkına vararak onu yerinde tamamlama arayışına girebilmemi büyük bir şans olarak görüyorum. (Şans diyorum ama, ayrıcalık anlamında değil, rastlantı anlamında; burada bir ayrıcalık olan şey, insanın kendini tamamlama arayışı. Bunu sana birinci yarını veren yerde yapmak olabilir de, olmayabilir de; oranın bunun için en iyi yer olduğunu iddia etmeyeceğim. Hatta tam aksine, kendini açık denizde tamamlamaya çalışanların mücadelesi daha saygın görünüyor bana.) Öyle ki, bana bu skhole'yi sağlayan bursumdan bile tesadüfen haberim olmuştu. Şimdi bir allahın belası olarak sosyal bilimler alanında doktora yapmaya çalışan kişinin şöyle bir enteresanlığı söz konusu: bir uzmanlık edinme şansı var; ama bu uzmanlık, başkasının işine yarayıp yaramayacağı belirsiz olan bir şeylerin peşine iyi düşme uzmanlığı. Burada uzmanlık adını hak eden bir uzmanlık, hayatın bütününe kıyasla çok çok çok dıdısının dıdısı ayrıntılığında kalmaya mahkum. Onu aramaya devam ediyoruz ama ta en başta NET, itiraz edilemez, herkes için geçerli bir uzmanlığımız olsaydı, bir şeyin ustası olsaydık galiba herkes için işler daha kolay olurdu. O kadar yarım halde bırakılmayan pek çok yaşıtımız vardı. Musluk şöyle değiştirilir, şu kabloyu oraya bağlaman gerekir, mastik böyle çekilir, bu ameliyata giren adama şu kadar narkoz verilir, şu kelime şu anlama gelir, senin durumun şu sayılı kanunun şu maddesine tekabül ediyor, karışıma şu maddeden de eklemen gerekir, bu hayvan bu ottan yerse ölür, OK-KADAR! Hem kendin zaten kurulu geliyorsun, hem de karşındakini gönlüne göre kuruyorsun. Öbür türlü şu iki günlük dünyada kendime bir yer edineceğim diye işin yoksa uğraş dur...
Neyse, pek anlamlı olamamış bu yazıya Almancı gençlerle bir kapanış. Aşağıdaki video gerçekten müthiş bir video. Gerçi bu adam gençlere sadece doktor savcı ve avukat olmalarını öneriyor ama eğer meramını yalnızca "okumak" olarak anlatsaydı ve bir şekilde bununla da sosyal içerikli bir şeyler okumayı kastetseydi tam bana göre olacaktı: kendilerine genelcilik, uzmanlıksızlık pompalayan zalim adama karşı meslek ve uzmanlık isteyen zekalı gençler. Olacaktı; şimdi tam öyle değil. Ama yine de gençleri kendi çapımda takdir ediyorum. Uygun gördükleri yollardan yürümek istiyorlar. Bu duruş bir de uzmanlıksız genelciliği lanetleyen bir bilinçle birleşirse ne güzel olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder