Profesyonel, İstanbul DT |
Aydın Boysan |
Bu çerçeveden bakınca benim durumum biraz daha açık hâle geliyor. Benim buradaki hatam basit bir şekilde "elitist" olmak ve halktan iğrenmek filan değil. Burada, yeni gelen'e karşı her yerleşik alan sakininin refleks olarak gösterdiği, o alanda biriktirilen sembolik sermayeyi bir "ayırmaç" (farika, distinc-tive/-tion) olarak ortaya dökme davranışı söz konusudur. Eh, buna biraz sembolik hakimiyet kurma hamleleri de bulaştırdım elbette. Yalnızca bu Zeytinburnu macerasında değil. Distinction kurma içgüdüsü benim için çok daha "steril" tiyatro ortamlarında da baş gösterdi. Tiyatro izlemeye Ankara'da başlamış, orada bir süre sürdürmüş, sonra bu ateşi küllendirmiş, sonra da İstanbul'a gelmiş biri olarak bu Ankara referansını da sıkça sıkça kullandığımı da hatırlıyorum. Neden? Çünkü tiyatro alanında Ankaralı tiyatro izleyicisi olmanın rayici oldukça yüksektir. Daha bir "bilinçli" olduğu söylenir. Tiyatrocular bile çoğunlukla İstanbul'daki izleyiciden şikâyetçidir. Bu yüzden bu özellik her durumda sahaya sürülüp sahibine maç kazandıracak niteliktedir. Tıpkı elitist olmamanın MÜTHİŞ yüksek rayiçli olması gibi.
Kendimi ayırma içgüdüme hakim olamadığım için özür dilerim. Fakat yine de kendimi savunabileceğim bir konu var. Şimdi, böyle bir "ayırmaççılık" tespitinin ardından ne yapılabilir? Bourdieu'ye sıklıkla mükemmel bir yeniden üretim tespiti düşünürü olduğu, fakat değişim konusunda çok faydalı olamadığı eleştirisi getirilir. Normalde katılabilir miyim emin değilim ama bu örneğin devamında söyleyeceklerim için onun yolundan biraz sapacağım. Ben bu durumun yukarıdaki noktadan sonrası için, sahip olduğu "ayrıcalığı" herkesle paylaşan insan konumuna zıplamak istemiyorum. Çünkü, ne yukarıda dediğim gibi sanatı veya tiyatroyu olmazsa olmaz buluyorum, ne de onu izlemeyi, izleyebilmeyi bir ayrıcalık olarak görüyorum. Ara'nın hikâyesindeki muhafazakâr belediye başkanı da, Ara da, Fazıl Say da sanatın olmazsa olmaz olduğunu düşünüyor. (Böyle düşünenlerden bazıları, yalnızca, kendi içtiği pınardan "kendisinin aşağısında" bulunanların da içmesi gerektiğini düşünecek kadar yüce gönüllü. Bunu da atlamayalım. Bu türden olanların paylaşımcılığı da bir yerde gelir durur.) Ben bu olmazsa olmazlığı sevmiyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşayıp etkili bir sima olsaydım ve şimdiki aklım olsaydı da muhtemelen tarladan eve dönüşte radyodan önce bir radyo oyunu, sonra da Brahms Keman Konçertosu dinleyen köylü hayalleri kurmazdım. Bu amaçla katılımcılığı dışlayan, ortada olaya katılma niyeti var mı yok mu ona bile bakmayan büyük kültürel projeler üretmezdim. Projeler tutmayınca hayal kırıklığı içinde acılığı giderek artan bir fikriyat eksik olmuş olurdu ve hiç de fena olmazdı. Çünkü bütün toplum açısından bakınca hakikaten tiyatro da Brahms da birilerinin tasarrufunda bulunan ve bu birileri tarafından kendisine sahip olamayan zavallılarla paylaşılan ya da paylaşılmayan mutlak değerler değil. Geçmişte Brahms benim için Serdar Ortaç'la mukayeseli olarak değil, mutlak olarak bir değer demiştim, faka o benim için'di. Benim için olanın herkes için olmadığına aymak gerek bu noktada. O yüzden Serdar Ortaç da bir, Brahms da bir diyemesem de, Brahms'ın değeri kültürel projelerle ve sivil fetih hareketleriyle ortaya çıkmasın, kendiliğinden bulunsun diyeceğim. Kendiliğindenlik en önemli şey. Peki büyük projeler, devlet teşvikleri filan olmazsa bu değer nasıl bulunacak? Bulunmasın işte, şart değil. Brahms'ın, tiyatronun kıymeti bilinmiyor diye sızlanmak yersiz. Hem projeler sonucunda bu tarz değerler bulunmuş filan da değil üstelik. Yüksek sanat eserlerine bakınca o kodları dekode edemiyoruz, boyanmış tuval görüyoruz diye ölmüyoruz. Ölmemiz gerektiğini, anlayamadığımızı Pikassoperver sanatolmazsaolmazdırcı söylüyor. Sözü onun elinden özgüvenle alabilmeliyiz.
Özet: şu halde ben yalnızca Okan'ı kenara çekip "Söyle bakalım, neden bir şekilde edindiğin bu ayrıcalığı kimseyle paylaşmıyorsun?" demezdim diye düşünüyorum. Ben daha eşitlikçi bakınca, olayın belki yalnızca bir kısmı düzelecek. Ara'cığım devrim arıyorsa bir zahmet sadece beni devirip geçmesin, tiyatronun, sanatın kıymeti harbiyesini de bir deviriversin. Tiyatrobileni yukarı, tiyatrobilmeyeni aşağı koyan ben değilim. Ben yalnızca genel düzeneğin o söyleme karşı uyanık olamamış bir parçasıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder