09 Haziran 2010

Yaptım ama, sor bi niye yaptım

Pierre Bourdieu, kültürel üretim alanından bahsederken, bu alanın en önemli ayırt edici özelliğinin, 'ekonomik' olanın hor görülmesi, reddedilmesi olduğundan bahseder. Pazar için üretimde bulunmak, ticari mantaliteyle davranmak, hamlelerde ekonomik sermayeyi gözetmek ve kullanmak gibi davranışlar hep sanatın (resmin, tiyatronun, edebiyatın) dışında addedilir. Ekonomik olana karşı mesafe, alanın tümünün diğer alanlardan ayrışmasını sağlayan tanımlayıcı özellik olduğu kadar, alanın içindeki hakimiyet mücadelelerinin de ana konusudur. Alanda hakim olanlar böyle oldukları için bu konuma geldikleri iddiasında bulunur; alana yeni giren hakimiyet arayıcıları da hakim olanları bu ilke üzerinden vurmaya çalışır. Ekonomik olan herkesin ötekisidir.

Fakat Bourdieu, bu tavrın içinde gizli olan ekonomik mantaliteyi de tespit eder. Ekonomik olana duyulan antipati, kültürel üretim alanının 'geçer akçesi' konumundadır. Ekonomik olan yalnızca sembolik olarak inkâr edilir ve bu inkâr, aslında alanda dolaşımda olan sembolik sermayeden kazanımlar elde etmeye yönelmiştir. Ekonomik olanı reddederek kazanılan itibar, şöhret, hatta otorite, uzun vadede mutlaka ekonomik kapitali de içeren bazı getirileri doğurma potansiyeline sahiptir. Bu yüzden bu inkâr ekonomik güdümlü bir hamledir; bu değişmez ilkeden ötürü de kültürel üretim alanı Bourdieu'nün gözüne 'ters çevrilmiş ekonomik alan' yahut da ekonomik alanın aynadaki aksi olarak görünür.

Bourdieu bir ara Tutunamayanlar romanında da bahsi geçen 'Gümrükçü' Rousseau'dan bahsediyor, 'kısıtlı üretim alanı'ndaki sanatın ve sanatçının ne olacağını belirleme otoritesine sahip hakim sanatçıların bu ressamı nasıl ressam kabul etmediklerini anlatırken. O noktada benim aklıma Yalçın Küçük'ün Cemal Süreya üzerinde uygulamaya giriştiği sembolik şiddet hamlesi ("darphane memurundan şair mi olurmuş!") gelmişti. Fakat o noktada, bu yukarıda bahsettiğim ekonomiyi reddin çok daha net bir örneğini sergileyen bir metin parçası gördüğümü hatırladım: "Devrimci, şair, tercüman" Roni Margulies'in kitaplarında kullandığı otobiyografisi!

Aslında elbette milyonlarca insanın içinden bir tek Roni Margulies'in aklıma gelmesi tamamen tesadüf eseri değil. Malûm, bu günlerde İsrail yine bir boklar yedi ve Türkiye medyasının "adamın gol diyo"cu unsurları hemen "İsrail karşıtı Yahudi" gibi bir niche'e oturmuş olan (ve fakat sürekli Yahudi kimliğiyle değil sosyalist-anti-emperyalist kimliğiyle konuşmak istediğini söylemekle birlikte, bir alay sosyalistin içinden mikrofonların sürekli başkasına değil ona çevrildiği, sadece onun telefonlarının susmadığı gerçeğini hiç mesele edinmiyor görünen) Margulies'e müracaat etti ve kendisinin medyatik görünürlüğü yine zirve yaptı. Neyse, bu hususa daha fazla bulaşmadan biyografiye geçeyim:
 1955’te İstanbul’da doğdu. Robert Koleji bitirdikten sonra İngiltere’nin çeşitli üniversitelerinde okuyarak iktisat doktoru oldu. Hiç iktisatçılık yapmadı. İstanbul’dan 1972’de ayrılalı beri Londra’da yaşıyor. Devrimci, şair, tercüman. İlk şiir kitabı 1991’de yayımlandı, bunu beş şiir kitabı, çocukluk anıları, dört tercüme şiir kitabı, siyasi tercümeler ve edebiyat, siyaset, tarih konularında sayısız dergi ve gazete yazısı izledi. Son şiir kitabı Saat Farkı ile 2002 Yunus Nadi Şiir Ödülünü kazandı. Bugünlerde, Batı’nın “Korkunç Türk” imajının günlük hayata yansıması üzerine çalışıyor.   
Bu örnek aklıma geldiğinde bana o kadar yardımcı oldu ki, şimdi üzerine çok fazla bir yorumlama getirmenin gerektiğini sanmıyorum. "Şair", İngiltere'nin çeşitli üniversitelerinde yapılmış İktisat doktorası yüzünden neredeyse özür dilemiş. Margulies akademik yolun yolcusu olmaya yönelmiş olsaydı, sanıyorum ki o çeşitli üniversitelerin ismini de okuyor olurduk, Zottirishire Üniversitesi olsa bile. (Çünkü yurt dışında doktora yapmış olmak inanılmaz bir şeydir. Hatta 'kendinde şey'dir.) Ama kültürel üretim alanının dinamikleri, bu gerçeği bir zenginlik, bir 'credential' olarak değil, hemen arkasından bir mazeretin, reddiyenin gelmesini gerektiren bir şey olarak konumlandırıyor.

"Bilkent'te okudu, ama burslu" kalıbı gibi bir şey olmuş bu. Çoğunlukla böyle çok küçük dil/söylem hamlelerinde çok büyük kavgalar ifade buluyor.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails