"Flights into the imaginary, just like revolutionary declarations, are also ways to seek refuge from powerlessness" P.B.
04 Mayıs 2013
Can Yücel diyor ki:
"Demem o ki Türkler de "faşizm" denen illete bünyece yatkın ve mâruzdurlar. 71 yıllık, T.C. tarihi bu illetin kısa ve uzun nöbetleriyle lebâlebdir.
İlk cinnet belirtileri, Nazilerin Almanya'nın ümüğüne resmen oturmasından sonra, 1936'larda başladı. On yaşındaydım, vaktinin çoğunu bizim evde geçiren, ailenin kızı sayılan Selma Abla'nın Safi Bey adlı bir Bulgar göçmeniyle nişanlanmasıyla çıktı bu maraz karşıma. [Bu hikâyeyi anlatıyor.] Bu anlattığım epizot, o dönemki Türkiye'de gürül gürül akan ırmak-romandan sadece bulanık bir bardak su... Bu ırmak kaç koldan akıyorsa artık, ama, Deutsche marklarla şişen Beşinci Koldan beslenirdi. Sanırım, Safi Bey'in olanca gençliğine karşın, gebeleşmiş karnı bu kayımelerle doluydu. Başka kâğıtlar da vardı ortalarda dolaşan. Tasvir-i Efkâr givi varaklar. Cumhuriyet gazetesinde de Nadir Nadi Bey'in pro-Nazi röportajlarını kıraat ederdik... Harp patladıktan sonra da, gazeteleri Gnl. Erkilet gibi, Prusya eskisi, uzmanlığı kendinden menkul askerlik allâmeleri, strategleri istila etti, o güne kadar pek makbul sayılan pehlivan tefrikalarını tuşa getirdi... Biz çocukluğumuzda, şimdiki çocuklar gibi bilgisayarlarla değil, harp haritalarıyla oynardık... Hüseyin Cahit'in Müttefik yanlısı kalem cayırtılarına kulak kabartırdık... O sıra başka bir furya başladı, örgütlü cinsinden bir yayın, dergi yayılımı. Orhun dergisi falan... Başında Atsız diye bir "gauleiter" vardı. Zaten okullarda binbir ok işaretiyle kafamızı delik deşik etmiş olan Ortaasya ve Göçler tarihinin taşbasmalarıyla milletin kafasını ütülerdi. "Altay'dan attığımız ok, kırk yıldır yediğimiz bok" hesabı...
Başbakan Saraçoğlu'na mektuplar döşenir, Sabahattin Ali'yi, Sabiha Hanım'ı curnal ederdi... Bir de Reha Oğuz diye gençten bir zıpır vardı, muşambalı, çizmeli, motosikletli, caddeleri kendi başına bir SS panzer bölüğü gibi patır patır dolaşırdı. Kısa bir tabutluk serüveninden sonra Yeni Dünya'da karar kıldı. Bir ara Özal saltanatında "okul-dışı" eğitim uzmanı sıfatıyla buraya teşrif ettiydi. Şimdi yine eski Amerikan kürkünü kuşanmak üzere memleketine dönmüş olmalı. Türk-Keş de onlardandı ama, kışla korunağı ardından, 1944 emniyet baskınında onun da gerçi başı belaya girdiydi... Gençler ikiye bölünmüşlerdi: Solcularla Türkçüler... Ben de bu çıngara D. T. Fakültesi'nde karıştım... Mübalağa cenk olurdu... Rektörün yüzüne tükürülür, Tan yakılır, kitapevleri yağma edilir, kitaplar yakılır, falan, malûm Nazi âyinleri... "Ayin" dedim de aklıma geldi. Bu bozkurt yavrularının aptestle namazla zinhar ilgileri yoktu. Şimdiki Türk-İslam Sentezi daha icat edilmemişti. Akılları Baykal Gölü'nde yıkanmaktaydı, gusul aptesti almakta değil. Kımız getirtip içenleri de varmış, derlerdi. Ben hiç içmedim o zıkkımı... Kendilerini Orhun anıtından uğrama Şaman müsveddeli olarak görürlerdi tabû tabancalı, Nazi marka. Harp azdıktan hele Sovyet Cephesi açıldıktan sonra, işler büsbütün kızıştı. Bu akım, yukarlara, hükümet, parti kademelerine omzu kalabalıklara kadar sıçradı...
Dostum, gazeteci Şinasi Nahit Berker anlattıydı. Şinasi, Mevhibe Hanım'ın akrabası olurdu, o ara Çankaya sofralarına o sıfatla kenardan fıkara bir akraba olarak katılırdı... Bir akşam sofrasında İnönü başköşede yanlarında hep o kodamanlar yemek yeniyor, hafif demleniliyor. Sağdan Saraçoğlu başlamış "Paşam Almanlar Kafkaslara sarktılar, soydaşlarımıza biz de yardım etsek", diye. Paşa, elini kulağının arkasına dayayıp, "Anlamadım, anlamadım!"diye geçiştirmiş. Derken soldan bol yıldızlı bir muhterem, "Yeter ki siz emir verin, ordularımız harikalar yaratır," diyecek olmuş. İnönü yine "Anlamadım, anlamadım!"diyesi olmuş. Derken koca masanın ücra ucundan Şinasi, Ömer'e "Yahu, bir votka daha içsek?" diye fıslamasıyla öbür uçtan İsmet Paşa seslenmiş. "Şinasi, bu üçüncü oluyor, yeter artık!"
Diyeceğim, İkinci Cihan Harbi faşizmimiz Türkiye'yi bir Nazi eyaleti etme pahasına, Orta Asya'da Turan'ı ihya özlemiyle kendini göstermişti... O özlem başka biçimde başka koşullarda koşturuyor yine, ama başka kolpalarla, Siyaset Meydanı'nda Ali Kırca geçirdiği "metamorfozdan" sonra Nazım'ı bile unutmuş olacak ki, Türkeş'in Nazım'ın şiirini bile okumaya başladığını söyleyerek "Yükselen Milliyetçilik" tartışmasını açtı. Ama Tür-Keş Nazım'ı nasıl okumuştu acaba?.. Neydi Nazım'ın esas dizeleri? Şöyle:
Dört nala gelip Uzakasya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Türkeş ise ilk dizeyi
Dört nala gelip ORTAASYA'dan
diye okumuştu...
Vay açıkgöz vay! Bu memleket senin ha!...
NON PASARAN!
NAH GEÇERSİN!..
[...]"
Bu pasaj, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu adlı derlemede (der: Sabahattin Şen, Bağlam Yayınları, 1995) yer alan yazısından ("Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar") alıntı. Daha önce de Gerçek dergisinde yayımlanmış (No. 34-35, 1994).
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder