29 Ekim 2012

Bobby Sands diyor ki



D- Neyse, ne diyecektin bana? Hangi noktadasınız? O müdür çıldırttı mı seni sonunda?
B- Görüştüğünü, pazarlık üstünde olduğunu söylüyor. Laf işte...
D- Ama neden o görüşmeleri yapmak zorunda olduğunuzu biliyorsun.
B- Çünkü artık işe yarar bir propaganda aracı değiliz.
D- Kime göre, liderlere göre mi?
B- Bu işin zamanı geldi. Bir kararın verilmesi gerekliydi.
D- Liderler böyle düşünüyor sence, öyle mi?
B- Bilmem.. Belki de öyledir.
D- Paranoya mı yapıyorsun acaba Bobby?
B- Bak, geçen Ekim'de açlık grevindeki yedi kişi için on bin kişi sokaklara döküldü değil mi?
D- Evet.
B- Uluslararası toplum Brit'lere o kadar baskı yaptı falan filan..
D- Sizin...
B- Papa'nın bile bir diyeceği vardı, müdahil oldu. Dünya alem Maggie Thatcher'ın geri çekilmesine ve bize haklarımızı vermesine uğraştı ve sonunda hiçbir şey olmadı.
D- Evet.
B- Açlık grevi başarısız oldu. Cephede olan bizdik. Protestoyu biz yarattık. Sorumluluk da bizim. Liderler benimle çok açık oldu Don. Dört buçuk sene "yıkanmama" protestosu yaptık; Cumhuriyetçi hareketi iyi kötü gündeme getirdi bu, ama aynı zamanda da bir yerde örgütün daha genel gelişiminden kopup öyle kaldı.
D- Çünkü ihtiyaçlarınız çok belirli ihtiyaçlar.
B- Tabii ki öyleler. Sivil tip kıyafet veya işte bu palyaço kostümünün adı her ne sikimse o, Batı Belfast'ta üç tane çocuk yetiştiren kadının pek umurunda olmasa gerek.
D- Pek değil tabii.
B- Hakikaten Don. Bize kendi kıyafetlerimizi giyeceğimiz vadedildi. Hep alavere dalavere..
D- Yani liderler sizden bıktı mı?
B- İdeal bir dünyada herkes kendi kavgasını kendi verirdi. Ama burada birbirimize göbekten bağlıyız. Burada, içeride hiçbir şey değişmedi, tek bir taş yerinden oynamadı. Siyasi statüye doğru ilerlemenin gerçek bir ihtimali belirmedikçe liderler bizimle oldukları yerde kalırlar. İşin aslı bu. Masada hiçbir şey olmayacak, sen de beni sözünü tutmayan bu yalancı maymunlarla pazarlığa oturtacaksın. Zırvanın allahı bu! Ne o müdür denen artist piçin odasına giderim, ne de oturur o adamla beyinsizce, anlamsızca kör dövüşüne girerim.
D- Adam seni seviyor ama.
B- Allahın kalası. Adam tam bir öküz Don. Ama gel gör ki cezaevi müdürü yapmışlar. Ulan insanlığa hakaret be!
D- Yarabbi! Bu enerji nereden geliyor sana böyle?
B- Küçükken kır koşucusuydum.
D- Tevekkeli değil. Motor takmışsın sanki. Kır koşucusu. Bu seninle ilgili epey bir şeyi açıklıyor Bobby.
B- Nasıl severdim.. İşte bendeki bütün bu kır şeyi de buradan geliyor. Yarabbi.. Finiş çizgisinde beni zorla tutarlardı, yoksa koşmaya devam... Bana şehir dışından gelme sokak köpeği muamelesi yaparlardı. İnekleri korkuturdum filan... Eğlenceliydi aslında.
D- İnekleri mi korkuturdun?
B- Tabii, korkudan gebertirdim. Etinden sütünden faydalanmak ha? O canavarların.. Yarabbi.. Bir dahaki sefere ben kırda doğacağım, kesin. Vahşi hayat, kuşlar. Hepsini seviyorum. Cennet.
D- Evet, biraz rahatlamayı da öğrenirsin belki.
B- Evet. Belki de, nereden bileceksin. Daha önce hiç denemedim. Mart'ın 1'inde açlık grevine başlıyorum. Sen de bu yüzden buradasın. Sana söyleyeceğim şey buydu.
D- Evet, duydum. Ailenin haberi var mı?
B- Onlara da haber uçurdum, evet.
D- Onlarla konuştun mu peki?
B- İki hafta önce görüş vardı, o zaman konuştuk.
D- Sence ne diyecekler bu işe?
B- Sence Don?
D- Bir de ufaklık var şimdi tabii. Neyse, geçen seferkinden farkı ne olacak?
B- Geçen sefer hata ettik. Olay duygusallaştı. Yedi kişi aynı anda başladı. Hepsi zayıfladı ve içlerinden en zayıf olanı bırakmadılar ki ölsün. Biz de böylece Brit'lerin zokasını yemeye müsait hale geldik ve sonra da aynen öyle oldu. Zokayı yedik. Bu sefer açlık grevine girenler ikişer hafta arayla tek tek girecek. Ölenin yerine yenisi başlayacak. Adam sıkıntımız yok. Yetmiş beş kişi sıraya girdi.
D- Tanrı aşkına...
B- Bugün duyurusu yapılıyor.
D- Yani bu protestonun farkı, bu sefer ölümü kabul etmen, öyle mi Bobby?
B- İş o noktaya da gelebilir tabii.
D- Açlık grevine inandığın şeyler adına bir şeyleri protesto etmek için başlarsın. Baştan ölümü kabul ederek başlamazsın öyle değil mi? Yoksa kaçırdığım bir şey mi var?
B- Bu onlara bağlı. Bizim mesajımız açık. Kararlı olduğumuzu görüyorlar.
D- Yani diyorsun ki, birkaç ölüm olacak, belki beş-altı kişi, ama arkada daha yetmiş beş kişi varsınız.
B- Evet. Yani o noktaya kadar gidecek değil tabii.
D- Tamam. Brit'ler yirmiden sonra filan yola gelecek belki. Ama sana ne, değil mi? Sen zaten ölmüş olacaksın. Bu çocukları hangi yola sürdüğün hakkında hiç düşündün mü? Yani, ailelerinin yaşayacağı şeyler bir yana... Britanya Hükümeti ile kafa kafaya dalaşacaksınız. Cumhuriyetçilikten nefret ettikleri açık. Sarsamazsın da adamları. Terörist dedikleri adamların ölümüne seve seve göz yumarlar. Bu sefer ölüm ihtimali de daha yüksek.
B- Biliyorum
D- Üstelik müzakereye bile yanaşmıyorsun; illa onlar teslim olacak, değil mi?
B- Evet.
D- Yani başarısız olmak, insanların ölmesi, ailelerin parçalanması ve Cumhuriyetçi hareketin moralinin düşmesi anlamına gelecek.
B- Hı-hı. En kötü ihtimal bunların hepsinin olması olur; fakat kısa vadede düşünürsen, çok yakın bir tarihte...
D- Bırak yahu!
B- Hayır, kesinlikle! Daha dirençli, daha kararlı yeni bir nesil gelecek.
D- Bana mı anlatıyorsun bunu?
B- Burada bir savaş sürüyor. Anlayabileceğini düşünmüştüm. Yabancı gibi konuşuyorsun.
D- Esas sen benimle yabancıyla konuşur gibi konuşuyorsun. Ben Kuzey İrlanda'yı tanımıyor muyum? Ben de burada yaşıyorum.
B- Öyleyse bizi destekle.
D- İlk açlık grevini destekledim. Çünkü o eylem protesto temelliydi. Peşinen alınmış bir ölüm kararı değildi. Thatcher'ın tamamen teslim olması dışında hiçbir halde müzakereye oturmama inadı filan da yoktu. Saçma sapan işler peşindesiniz Bobby. Yıkıcı bir eylem bu.
B- Burada son dört senede olanlar neydi peki? Vahşet, hakaret... En temel haklarımız elimizden alındı. Artık bunların bitmesi gerek.
D- Konuşmakla biter bunlar.
B- Ne yani? Adamlardan teklif alıp üniformalarını mı giyeceğiz? Son dört yılın anlamı da sıfırdı zaten. Öyle yapabiliriz Don. Veyahut da olduğumuzu iddia ettiğimiz ordu gibi davranabilir ve yoldaşlarımız için kendi canımızdan vazgeçeriz.
D- İçinde ilerlemeye açık, seni tekrar müzakere masasına oturtabilecek en ufak bir zerre bile yok mu?
B- Öyle olmayacak.
D- Peki, boşverelim. Burada senin tek maksadın sadece intihar mı, onu bilmek istiyorum.
B- Yapacağım şeyin ahlaki açıdan hükmünü vermemi, intihar mı-değil mi onu savunmamı mı istiyorsun? Senin baktığın yerden bu bir intihar. Bana göreyse bu bir cinayet. İkimiz arasındaki ufak farklardan biri deyip geçelim. İkimiz de Katoliğiz. Cumhuriyetçiyiz. Ama sen o güzelim Kilrea'nde balık tutarken, Rathcoole'da evimizi yakıp bizi sokağa atıyorlardı.
D- Doğru!
B- Hayatlar ve yaşananlar çok açıdan benzeşir ama farklı noktalara odaklanırız Don. Anlıyor musun?
D- Anlıyorum.
B- Ben inanıyorum. Bütün basitliği ile bu olabilecek en güçlü şeydir.
D- Peki ölümünle neyi ifade etmeye çalışıyorsun? Brit'lerin uzlaşmazlığını mı? Ne ki bu yani; Brit'lerin ne mal olduğunu bütün dünya biliyor.
B- İyi.
D- Hı-hı, iyi. Ve bunun sizinle de bir ilgisi yok. Adamlar zaten yüzyıllardır her şeyin içine sıçıp bırakıyorlar.
B- Nefretini görebiliyorum Don.
D- Dava şehidi olmaya mı çalışıyorsun?
B- Hayır.
D- Emin misin?
B- Evet.
D- Çünkü Wolfe Tone, MacSwiney gibilerini göklere çıkardığını duydum. Hiç öyle adının tarih kitaplarına geçeceğini filan düşündüğünü söyleme.
B- Bu umurumda mı sanıyorsun?
D- Biliyorum, umurunda.
B- Ne diyeyim, yanılmışsın.
D- Kendinize askerler diyorsunuz. Tek amaç özgürlük, filan. Ama sen hayatın kıymetini bilmiyorsun Bobby. Hayatın ne olduğunu artık bilmiyorsun. Bu koşullarda geçmiş dört yılın sonrasında kimse sizden normal davranmanızı da beklemiyor. Size dair normal olan hiçbir şey yok. Şu anda Cumhuriyetçi hareket bir köşeye sıkışıp kaldı. Senin IRA'in, hareketin hemen arkasında, o sıkıştığı yere dönük. Bütün o tarih, bütün o ölen adamlar ve kadınlar. Hâlâ hiçbir şey demiyorsunuz. Gözünüzü kapamışsınız, verebildiğiniz tek cevap her şeyi öldürmek. Bunu durdurmaktan da korkuyorsunuz. Yaşamaktan, sakin sakin konuşmaktan çekiniyorsunuz. Ulster ne işe yarar ki zaten değil mi? Kendini bok etmekten başka... Ve buradaki hâle bak: Cumhuriyetçi hareketin geleceği sizin, gerçeklikle hiçbir bağlantısı kalmamış adamların elinde yatıyor. Kafan yerli yerinde sanıyorsun, değil mi? Burada, günde 24 saat bokun sidiğin içinde kapalısın ve o kadar adamın canına mal olabilecek kararlar alıyorsun. "Bobby Sands'in heykelini dikin." Şaka gibi! Özgürlük savaşçısı ha? O dediğin, dışarıda, toplum içinde çalışan adamlar ve kadınlar. Sen de bir zamanlar öyleydin, değil mi? Twin Brook'ta yaptıkların... İşte sana orada, öyle ihtiyacımız var Bobby ve sen de haklı olduğumu biliyorsun.
B- Ben böylesine inandım. Soruna cevap vermemi mi istiyorsun?
D- Yeniliyorsun Bobby. Onlara kozlar veriyorsun.
B- Strateji böyle işliyor.
D- Durdur onu o zaman. Duracağını söyle yeter.
B- Hiçbir şeyden çakmıyorsun sen.
D- Sen bu çağrıyı yapabilecek durumda değilsin.
B- Çağrı yapıldı bile. Durdurulmayacak.
D- Siktir et o zaman! Hayatın senin için hiçbir anlamı yok belli ki.
B- Tanrı beni cezalandıracak.
D- Eh, intihar yüzünden olmasa bile aptallığından ötürü cezalandırması gerek, evet.
B- Hı-hı. Seni de küstahlığından ötürü cezalandıracak. Çünkü benim hayatım gerçek bir hayat; ilahiyat dersinde okuduğun bir bilmece veya gerçek hayatla bağlantısız bir dini oyun filan değil. Bak, İsa omurgalı bir adamdı; ama havariler var ya, o zamandan bugüne bütün havarileri düşün. Siz laf cambazlığındasınız, anlam çıkmazlarının altından girip üstünden çıkıyorsunuz. Size devrimciler lazım. Hayatın nabzını attırmak, hayata bir yön vermek için size kültürel-siyasal askerler lazım.
D- Bunlar deli saçması. Senin aklın bulanmış.
B- Hı-hı, sen öyle de.
D- Peki o küçük oğlun ne diyecek sana?
B- Siktir!..
D- O da mı umurunda değil?
B- Bana duygularla mı saldıracaksın? Tam bir rahip davranışı.
D- Yüreğin ne diyor Bobby?
B- Beni tamamen anladığını sanmıştım Don.
D- Ne diyor, onu söyle?
B- Hayatım benim için her şey demek. Özgürlüğüm her şey demek. Benimle alay etmek niyetinde olmadığını biliyorum, o yüzden diğer her şeyi bir kalemde geçelim. Bu, şöyle bir durakladığımız anlardan biri. Şu uğrakta inançlarının saflığını koruman lazım. Birleşik İrlanda'nın hakça ve adil olduğuna inanıyorum. Belki senin gibi bir adamın bunu anlaması imkânsız. Fakat kendi hayatıma duyduğum saygı, içimdeki özgürlük arzusu ve inancıma olan inatçı sevdam, kafamda oluşabilecek şüpheleri aşabilmemi gerektiriyor. Hayatımı kuyruğa eklemek yapabileceğim tek şey filan değil Don. Bu, yapılması doğru olan şey.
D- Beni de bu yüzden mi buraya çağırdın? Fikirlerin için bir deneme sürüşü ha? Kendinden yüzde yüz emin değilsin. Şüphelerin var belki?
B- Evet. Eh, ben de insanım.
D- Benden sonra kafan netleşti o zaman?
B- Sen yol gösterici bir adamsın Don, "ruh işi"ndesin. Hiç Gweedore'a gittin mi? Donegal'da?
D- Gittim.
B- Ben oraya 12 yaşımdayken gitmiştim. Çocuklar arası büyük bir kır koşusu vardı. Bir sabah bizi topladılar, bir minibüsün arkasında Derry'ye doğru yol alıyorduk. Nasıl büyük bir olay anlatamam. Bize göre uluslararası atletizm müsabakası gibi bir şeydi, çünkü Güney'deki çocuklarla yarışacaktık ve Belfast'ı temsil etme övüncü gibi bir şeyimiz vardı biraz. Birkaç tane Protestan vardı, geri kalanlar hep Katoliktik. İşte, topluluklararası bir şeydi. Güneydeki iyi kalpli beyler bayanlar böyle bir iyilik düşünmüştü. "Hadi şu Belfast'taki ufaklıkları da çağıralım" ve hep o tepeden bakma boku işte. Neyse. Sınırı geçtik. Çocuklar şarkılar, türküler filan... Ben otobüsün arkasındayım, camdan bakıyorum. Dağlardan geçiyoruz. Errigal Dağı'nı biliyor musun? Manzarası çok güzel. Herhalde Donegal, İrlanda'nın en güzel yeri olsa gerek.
D- Hı-hı
B- Neyse. Gweedore'a vardık. Ama ne yer.. 200 kadar çocuk vardı. Hazırlanıyorlar, ufak ufak ısınıyorlar filan. Koşuyu Hıristiyan Kardeşler düzenliyor ve çocukların kulağına ufak fiskeler atıyorlar, yani düzeni sağlamaya çalışıyorlar. Biz takımca hafif tempoda küçük bir koşuya çıktık, bacaklarımızı açmak için. Arpa tarlalarıyla çevriliyiz. Bir vadiye indim; ufak bir akarsu var, suyun içinde ağaçlar filan. Suya inmek, ağaçlıklara girmek yasak, eh, biz Belfast çocukları da hemen şöyle bir gidip bakıyoruz tabii, değil mi? Suyla ağaçlar bize Amazon gibiydi. Cork'lu gençlerle karşı karşıya geldikçe... Aksanımıza takılıyorlar. Çocuklar neredeyse konuşamıyor, dediklerini anlayamıyoruz. İşte anlıyorsun ya, bize efendilik taslıyorlar. Tepeden bakıyorlar, hissedebiliyorum. Koşuyoruz... İşte aklımıza akarsuya inip balık arama fikri geldi birden. İndik akarsuya, akıntıyı izliyoruz, su bir karış... Bir tane gümüşbalığı var, başka pek bir şey yok. derken çocuklardan biri bizi az aşağıya çağırdı. Suda ufak bir tay yatıyor... Dört beş günlük. Gri renkli, bir deri bir kemik. Üstünde de parça parça kan lekeleri var; taşlara çarpıp her tarafını kesmiş. Başında dikiliyorduk ve arka ayağı kırılmıştı, anlaşılıyordu. Hayattaydı ama işte o kadar... Kendilerini birden takımın liderleri gibi hisseden çocuklar arasında büyük bir tartışma başladı... Ne yapmamız gerektiğine kafa yoruyorlardı. Biri "kafasına bir taş atalım" diyor filan, ama yüzlerine baktığımda görüyorum ki ya korkudan altlarına edecekler ya da en ufak bir fikirleri yok. Sırf sahte kabadayılık... Ve yerdeki hayvan da acıdan kıvranıyor. Şöyle mi böyle mi diye hiçbir yere gitmeyen bir konuşma... Sonra rahiplerden biri bizi gördü, tayı da gördü, aman oynatmayın dedi ve bize boku yediğimizi söyledi. Boku yedik gerçekten. Bir tay yaralanmışsa ve ortada bir grup çocuk varsa, suçlu bellidir. Bir grup Belfastlı çocuk varsa, tabii ceza da bellidir. Ben aniden işi anladım. Dizüstü çöktüm, tayın başını ellerimin arasına aldım ve suya soktum. İlk başta biraz debelendi, ben de boğulana dek daha derine doğru bastırdım ve tay öldü. Rahipler geldi Don. Saçımdan tuttular, ağaçların arasından çekiştirdiler ve cezamı kestiler. Fakat o ufak tay için doğru olanı yaptığımı biliyordum. Bizim diğer bütün çocukların cezasını da üstlenebilirdim. Saygılarını kazanmıştım artık ve bunu biliyordum. Ben artık nedenlerden kurtuldum Don. Sonuçlardan, bedellerden de kurtuldum. Ama harekete geçeceğim ve öylece hiçbir şey yapmadan durmayacağım.
[Sessizlik. D. masadaki sigara paketine davranır]
İstersen sigaraları bırak. Yuhanna'nın Mektupları'na sigara sarmayayım, değil mi?
D- Yok, insafıma sığmaz. Seni bir daha göreceğimi zannetmiyorum Bobby.
B- Gerek de yok zaten Don.

----

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails