09 Kasım 2010

Hıncal Uluç ve kreşendo

İlk ölçüde başlayan kreşendoya da bakınız

Kreşendo (crescendo), bir müzik terimi. Müziğin akışına ait bin bir değişkenden "dinamiğin", yani sesin şiddetinin artması anlamına geliyor. Öğrendiğime göre, tiyatro ve sinemada da kullanılıyormuş; ekşi sözlük'te bir arkadaş "oyunun tirmanarak en yukariya ciktigi, tepe noktasi[na]" kreşendo dendiğini yazmış, ama ya aslında tepe noktasına doğru tırmanışı kastetmiş veya orada bir galatlaşma olmuş. Büyük yaşam gurusu Hıncal Uluç'un bu kreşendo sözüyle hayli fırtınalı bir ilişkisi var. Olur olmaz yerde kullanır; artistlik yapayım derken, aynı sözcüğü müzikteki anlamıyla (yani dinamiğin artması şeklinde) algılayan birinin kulağını gözünü tırmık içinde bırakacak şekilde abuk bir şey söylemiş olur. Benim bu duruma dikkat kesilmem, bugün bütün arama-taramalarıma rağmen internette bulamadığım bir yazısı sonrası oldu. İstanbul'da düzenlenen bir müzik festivalinin açılışını kutladığı ve kutsadığı bir yazısını "Öyleyse... Kreşendoooooooooo!" gibi bir nidayla bitirmiş, sanki insanların sahneye kreşendo diye bağırdığı bir durum varmış gibi bir vaziyet yaratmıştı. Dediğim gibi onu bulamadım, ama başka başka kreşendolar buldum. Alıntıların ilk kelimelerinde, alıntının geçtiği yazılara linkler var; siz de okuyabilirsiniz dilerseniz.

Eğreti Gelin ile evin küçük oğlu arasında beklenen sevişme sahnesi üzerine kurulu film.. Adım adım oraya gidiyor..
"Peki o zaman gel üstüme" diyor, Eğreti Gelin..
Kreşendo..
Hayır.. O sahneyi hemen bitiriyor Atıf Yılmaz..
Neden?..
Filmi ucuzlar diye mi korkuyor?.. Türk sinemasında iyi oyuncular sevişmez aptal kuralına mı uyuyor?..
Seyirciyi başından itibaren o sahneye hazırlayıp, kaçmak olmuyor..
Bu kullanım ilk başta biraz sözün anlamına uygun gibi görünüyor. Eğreti Gelin filminin bir nevi zirve noktası o sahnedir; bütün yapı, oraya ulaşma üzerine kuruludur. O zirveye yaklaşırken de izleyicide bir kreşendo hissi hâsıl olur. (Tayyip Erdoğan buna "kreşendolar cümbüşü" diyebilirdi.) Bu duruma benzeyen şöyle bir alıntı da var Hıncal'da üstelik:
Şener'in çetesi ile açılıyor film.. Uzun uzun onları tanıyoruz.. Niye?.. Filmin devamında önemli rolleri olacak da ondan.. Film gelişirken tahmin de ediyoruz..
Şener'in meğer hiç bilmediği bir oğlu var.. Bu oğlun da bir sevgilisi.. Bu sevgiliye de fena halde takık genç bir çete reisi.. Göz kırpar gibi adam öldüren genç reis, kızı kapmak için Şener'in oğlunu da halledecekken, Şener yılların gerisinden gelen çetesiyle yeniden işbaşı yapacak.. Eskiler, yeniler karşı karşıya gelecek.. Kreşendo.. Muhteşem bir çeteler savaşıyla film bitecek..
Kreşendo aynı kreşendo. Çeteler karşılaşınca hâsıl olan his. Hımppfss diye sesimizi tutacağız ve kreşendo olacak. Hıncal yazının devamında, bu orgazmik kreşendoya ulaşamadığı için yönetmeni haşlıyor: meğer o baştaki çetenin hiçbir işlevi yokmuş. Film burada anlattığı şekilde bir kreşendo içermiyormuş. "O zaman niye uzun uzun onları anlatıyorsun" diyor işte. Bana sorarsanız bu kullanımlarda Hıncal tırmanışı değil zirveyi kreşendo olarak adlandırıyor derim ama yine de ucundan bucağından biraz anlamı yakalamış gibi görünüyor. Konu dışı olarak bu iki alıntıdan ayrıca Hıncal'ın film değerlendirme motorunun iki vitesli olduğunu anlıyoruz. Adeta, bütün film bir kreşendo içerip zirveye çıkabiliyorsa iyi, çıkamıyorsa kötü. Devam edelim:
İstiridiye Deneyimi, beni sulara teslim etti. Bir su yatağı.. İçinde müthiş su fiskiyeleri.. Üzerinizde de duş delikleri.. Yatak içindeki suyun şiddetini seçiyorsunuz.. Dinleyeceğiniz müziği seçiyorsunuz, üzerinize yağacak yağmuru da keyfinizce ayarlayıp kendinizi sulara bırakıyorsunuz.. Nasıl yuğruluyor, nasıl okşanıyor vücudunuz.. Her hücreniz duyuyor, suyun gücünü, sihrini..
Ercan ertesi gün program değiştirip, İstiridyeye bir daha girdi.. Çıktığında hala Venüs'e pek benzemiyordu ama, nasıl kendine gelmişti.. Ve tabii kreşendo.. İlaheler Masajı.. Dört el masajı bu.. İki masöz, bazan paralel, bazan kontr alıyorlar, vücudunuzu ele.. Muhteşem.. Muh-teşem..
Buna ne buyrulur? Adam kaliteli yaşamanın duayeni diyoruz. Hıncal, Antalya Sheraton otelinin genel müdürü arkadaşını ziyarete gidiyor, Ercan Arıklı'yla birlikte. İki gün kâh istiridyeli yağmurlu banyo alıyor, kâh masaja giriyorlar. Olayın en heyecan verici kısmı olarak da "ve kreşendo tabii..". Ama ne alâka, masözler -pardon, ilaheler- masaja pianissimo başlayıp dozu ağır ağır fortissimo'ya mı yükseltiyorlar? Hayır, yine kilit taşı anlamında. Masaj, tatilin Hıncalca kreşendosu. Buyurun değişik bir örnek:
İkili; Doğan Kuban hocanın eserinden, Adair Mill'in mükemmel akademik çevirisiyle İngilizce basılan "OTTOMAN Architecture" kitabıyla kreşendo yapmış, bütün zamanlarının en mükemmel eserini yaratmışlar.
Bu örneğin enteresanlığı, Hıncal'ın köşesinde olup Hıncal tarafından yazılmamış bir yazıdan alıntı olması. Bilirsiniz, Hıncal'ın köşesinin önemli bir kısmı kendisinin gönül dostlarından gelen katkılardan oluşur. Bunu da Ünal Özüak adında biri yazmış. Ama kreşendo Hıncal kreşendosunu da geçmiş. İkili önemli bir kitap yayınlayarak kreşendo yapıyor. Bir masterclass'ında Barenboim bir öğrenciden tek bir notada dekreşendo (?) yapabileceğine inanmasını istiyordu. Öğrenci hocasının maksadına ulaşmıştı ama tek bir kitap yazarak kreşendo yapmak bambaşka bir şey.

Şimdiye kadarki örnekler, Hıncal'ın müzikteki kreşendoyla hiç ilgilenmediğini, sadece sinemadaki kreşendoyu kendine has bir şekilde yorumlayıp onu da başka bağlamlara uyarladığını düşündürebilir. Ama kazın ayağı pek öyle değil. Hıncal her şeyden olduğu gibi elbette müzikten de anlar. O konuda da eksik olmasın yazar çizer.
Ve piyanist, doğanın içinde doğaçlama çalıyor.. Daha önce hiç kimsenin yazmadığı, hiç kimsenin basmadığı notaları çalıyor.. O an, orada, ne hissediyorsa, onu çalıyor..
Sahildeki yamaçta, çift çift oturanlar birbirlerine iyice sokuluyorlar, sarılıyorlar..
Siz o kalabalığın içinde fena halde yalnızlığınızı hissediyorsunuz önce.. Ne zaman güzel bir an yaşasanız böyle oluyor zaten.. "Şimdi yanımda olsaydı.. Neden yok.." (...)
Çılgın piyanistin notaları sevgiyi anlatıyor.. Aşkı anlatıyor.. Gözlerinizi kapıyor, kendinizi sadece hayalinize ve müziğe veriyorsunuz.. Ve hafiften hafiften bir sıcaklık duymaya başlıyorsunuz yanı başınızda..
Düşünceniz yoğunlaşıyor, gelip yanınıza oturuyor.. Elinizi tutuyor bir eli ile.. Öbür kolunu omzunuza atıyor.. O çok özel kokusunu duymaya başlıyorsunuz..
Müzik yükseliyor..
İçinizden fısıldıyorsunuz..
"Seviyorum.."
Müzik daha yükseliyor..
"Çok seviyorum.."
Kreşendo.. Sessiz çığlınızı, belki sadece çok uzaklardaki sevgili duyuyor..
"Özledim seni kız.."
Bu yazı Hıncal Uluç'un tarihindeki en tırt yazı olabilir. Okumanızı özellikle öneririm. Seyhan Hastanesi ve Seyhan Oteli sponsorluğunda gittiği Tuluyhan "çılgın piyanist" Uğurlu resitalinden bahsediyor. Gitmiş güzel bir gezip tozmuş Adana'yı, yemiş içmiş. Böyle de bir romantik fanteziyle akşamını şenlendirmiş. Yine "kreşendo iki nokta" da yerinde. Ama dikkat edilirse yine müziğin şiddetlenmesini değil, en şiddetli noktasını anlatırken kreşendo diyor. Kreşendo mesela "o çok özel kokusunu duymaya başlıyorsunuz" cümlesinden sonra gelse, her şey hallolacak. Ama Hıncal'ın kreşendosu illâ ki en tepede!

Müziksel kreşendo kullanımının iyice bel verdiği "Bir Rahmaninov ki..." başlıklı yazıdan alınma şu örnekle biz de yazının ve kreşendo..'suna varalım.
ZATEN müzik güzel.. Zaten müzik popüler.. Daha ilk melodiler dökülürken orkestradan, ıslıkla ya da mırıldanarak eşlik edecek kadar tanıyorsunuz, adını ve bestecisini bilmeseniz de..
"Vay.. Demek Rahmaninov'un Üçüncü Senfonisi imiş bu" diyorsunuz.. Tamam.. Tamam da..
Böyle mi çalınır?..
Müthiş kreşendo şefin keskin jesti ile bir anda susunca, tüm salon sözleşmiş gibi ayağa fırlıyor.. Bu alkış için değil.. Coşkudan.. Herkesin içinde kendini sahneye atma duyusu oluşmuş dinlerken..
St. Petersburg Senfoni'nin konseri müthişti.. Harikaydı.. Olağanüstüydü.
Yine vurmuş kreşendo'yu canı sağolasıca, acımamış. Açıp notaya bakacaktım finalde gerçekten bir kreşendo mu var diye, ama artık pek gerek de yok. Belli ki patlayışlı bir bitişe sahipmiş eser. Final de, ne bileyim, koda moda de, niye illa kreşendo? Ne kreşendo'ymuş arkadaş. Yalnız dikkatimi çekti, bu son örnekte Hıncal ilk kez kreşendoyu bir cümle içinde kullanmış. "Ve kreşendo.." dememiş. bu da, Hıncal Uluç'un bu yerine oturmamış söz oyununun tarihinde müstesna bir nokta teşkil ediyor.

Ve kreşendo...

Son olarak ben de bir kreşendo paylaşmak istiyorum. Fransız bestecci Maurice Ravel'in en meşhur eseri, Bolero. Bolero alemlerde "dünyanın en uzun kreşendosu" adıyla anılır. Besteci burada çok az materyal ve çok az fikir kullanarak 15 dakika kadar süren bir tırmanış kurgulamıştır. Eserde Hıncal'ın bahsettiği anlamıyla bir "ve kreşendo.." noktası pek yoktur, onun yerine gerçek bir kreşendo vardır. Buyrun:

Evet, Hıncal kesin Ravel'e kızardı. Çünkü onun "ve kreşendo.." diyebileceği kısım bir ölçü falan sürüyor ve sadece bitiş işlevini gören anlamsız bir... anlamsız bir... Bitiş. Yeterince "ve kreşendo.." değil. Öyleyse niye 15 dakika tekrar ediyorsun filan derdi. Sağlık olsun, o da bir gün öğrenir.

11 Kasım 2010 -- Ekleme:
Hıncal meğer Bolero hakkında da yazmış. Övgüyle bahsediyor. Ama o yazıda hiç kreşendo lafı geçmiyor. 

4 yorum:

semioticus (shelbyl) dedi ki...

En kreşendo yazilarindan biri olmus.

MrBirtakim dedi ki...

Asabi gözlemlere tam gaz devam.

Hıncal Uluç gibi ciddiye alınacak hiç kimsenin artık ciddiye almadığı, MİLADINI dolurup sahneyi terketmesi beklenen bir figüre böyle hırsla saldırmak tam bir Okan davranışı olmuş.

Redingot dedi ki...

Köşe yazarlarına karşı genel bir antipatim var ve Hıncal da bu antipatiyi çok güzel şekilde odaklayabileceğim biri. Bu adama beleşten günde kaç albüm, kaç kitap, kaç davetiye postalanıyor haberin var mı? Bir iki satır değinsin de kitlesi o ürünlere saldırsın diye. Vasfı nedir, özelliği nedir? Ne dediğini bilmeyen bir adam. Sıfır. Vasıfsızlık taze de olsa, günleri sayılı da olsa vasıfsızlık. Böyle düşünüyorum ama yine de öyle dişlerimi sıka sıka değil gayet eğlenerek yazdım. Hıncal'ı yerinden edebilme ve köşe yazısı olayını tümden kaldırabilme gücüm olsa gerçek bir öfke de duyardım belki ama şimdilik sadece dalgamızı geçebiliyoruz Birtakım ağabey. Ways to seek refuge from powerlessness.

MrBirtakim dedi ki...

1. Hıncal'ın vasıfsızlığından rahatsız olmayı Erman Toroğlu'nun, Ahmet Çakar'ın futbola ilişkin yorumlarından rahatsız olmaya benzetiyorum. Bence bu kıymeti kendinden menkul ŞOVBİZci abilerin topuna senin benim girmemize gerek yok. Bırak onlar kendi aralarında oynasın, kendi çöplüklerinde kendi cemaatlerine ötsünler. Bu adamları eleştirmek, yazılarını beyanlarını nitpick'lemek bizi onların seviyesine çekiyor.

2. Hıncal'a beleşten postalanan albümler davetiyeler, ona gitmese bize mi gelecek? VATAN MİLLET hayrına mı kullanılacak? Bu çürük pazarlama yöntemi baya sevimsiz, eyvallah. Ama senin gibi bir insanın kıymetli enerjisini, antipatisini bundan daha büyük, daha önemli şeylere odaklaması daha hayırlı olmaz mı?

3. Son olarak da şu var: Sana bu yazıyı yazdıran tek etkenin Hıncal antipatisi olmadığını düşünüyorum. Teybe klasik müzik takıp platoniğini düşünen ergenin bestecinin kemiklerini sızlattığı iddiasına benzer bir durum var gibi, KLASİK MÜZİK TERİMİNİ HATALI KULLANDIN VE REDİNGOT BİRAZDAN GELECEK gibi, gibi gibi.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails